Bugün CHP’nin il kongresine yönelik tespitlerimi sürdürecektim ama bir yandan da, kamuoyunu aynı konuyla sıkmaya hakkımız olmadığını da düşündüm.

Bu nedenle erteledim. Allah’tan bizim gazetede perhiz yok. Ya da okuduğunu anlayan insanların yönettiği bir gazetede yazıyorum.

İl kongresi süreci olduğu için hareketli saatler yaşayan CHP’yi kaleme almak kadar doğal bir durum da olamazdı. Haksızlık edenler olabilir diye hatırlatalım, iktidar partisindeki hareketsizliğe de değinmiştik.

Ama okuduğunu anlamak ve bu kapasiteye sahip olmak önemli.

“Orayı burayı yazıyor” diye, “oralı, buralı” yaftası bile yiyebilmek mümkün her an yaşadığımız kentteki sığ mantıkların beyinlerinde. Siyasetle-işimizi, arkadaşlığımızı, dostluğumuzu, yaşamımızı karıştırmayan ve karıştırmayacak biri olarak vallahi de mümkün.

Neyse biz hiçbir maksada hizmet etmeyen tarafımızla olanı yazmayı sürdüreceğiz. Kimin ne dediği ve düşündüğüyle de ilgilenmeyeceğiz.

***

TRT Belgesel kanalında Muğla’ya yer verildi. Çekim zamanlarında da bizzat bulunup, ekiple güzel bir dostluk kurmuş ve bugün bu dostluğu pekiştirmiş olmanın memnuniyetini yaşıyorum.

Çok ta güzel olmuş. Emek verenleri kutluyorum. Bu belgeseli çeken ekip de beni unutmamış ve finale katkı koyanların arasına adımı yazma inceliğini göstermişler.

Sağ olsunlar. Konumuz memleketimiz olunca, elimizden ne gelirse diye sonlandırıp, izlemeyenlere internet ortamından izlemelerini tavsiye edelim.

Pazar akşamı yayınlanan bölümü izlerken, belgesel içerikli kanalın güzel bir sloganı dikkatimi çekti.

Şöyle diyordu: “İnsanı anlamak, hayatı anlamaktır”

Harika bir söz.

İnsanı anlayamayan, hayatı anlayamayan, yazılanı okuyup anlayamayan ne kadar bollaştı.

Öyle bir dönem yaşıyoruz ki, insanı anlamak yerine yaftalamaya çalışanların adeta hortladığı bir dönem adeta.

O dönemden söz etmişken, kendilerine mesnetsiz algı operasyonu yaratma görevi verilmiş 3-5 soytarının açtığı fake sosyal medya hesabı geldi aklıma.

Son zamanlarda kamuoyunun dikkatini çekmeye yönelik oluşturulduğu çok belli olan, nereden ve daha çok hangi cenahların güdümünde olduğunu bildiğimiz 3-5 yüreksizin algı yaratmaya yönelik kendine oyuncak ettiği gereksiz fake hesaptan söz ediyorum.

Şahsım da, o sulu boya çalışmasından nasibini alanlardan oldum geçenlerde.

Sanırım CHP’nin il kongresi sürecini konu almamız, ya da kendi cenahlarına muhalefet ettiğimizi düşündürten yazılarımız, anlama kapasitesi sınırlı kişilerce farklı algılanmış olacak ki Ferhan Şensoy’un tabiriyle keskel alaka bir algıya ve fotoğrafa malzeme edildik.

Neyse ki bu güruh karavana attı ve mesnetsizliklerini ilan etmiş oldu.

Bu algılar bizim üzerimizde hiç durmaz, hayatımızı, bu saçmalıklara malzeme etmeden yaşamaya çalıştık hep. Bu algı operasyonlarını planlarken, doğru sufle sahiplerine yönelmeyi tavsiye ederim.

Bizler, “gazetecilik mesleği mesafe mesleğidir” derken, bu söylemi, uygulayıp, yerine getirdiğimiz için dilimize doluyoruz.

Bu yüzden de, bu gerçekten ve mertlikten uzak arkadan dolanma yoluyla oyun oynama faaliyetinde bulunanlara, “az öte de oynayın” diyelim ve bu konuyu kapatalım.

Açmamıza sebep olan girişimler görürsek de, bu indirim günlerini iyi bildiklerimiz ve sahiplerine bilahare yine değiniriz. Şimdi asıl konumuza dönelim.

***

Muğla’nın tarihi, kültürel ve doğal değerleri konusunda çalışmalar yapan kamu kurum ve kuruluşların bir araya gelerek ortak projeler ürettiği bir platform olan Muğla Tanıtım Platformu’nun çalışmasından söz edeceğim.

Paydaşlara bakıldığında Muğla Büyükşehir Belediyesi, Muğla Sıtkı Koçman üniversitesi, Menteşe Belediyesi, Muğla İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Muğla Ticaret ve Sanayi Odası ile Türkiye Seyahat Acentaları Birliği başı çekiyor.

Platformun kuruluş amacına bakıldığı vakit, bu sözü edilen kamu kurum ve kuruluşlarının başı çekmesi doğal olanı.

Muğla Tanıtım Platformu’nun haftanın ilk günü olan Pazartesi günü düzenlediği çalıştaya katıldım.

Çalıştayın konusu, “Menteşe Kentsel Sit Alanında Turizmin Canlandırılması” idi.

Konakaltı İskender Alper Kültür Merkezi Nail Çakırhan salonunda gerçekleşen çalıştayla ilgili birkaç paylaşımda bulunacağım.

Fayda içeren bir çalışma olduğu aşikar. Niyet ve yöntem olarak yararlı. Yoksa ele alınan sorunlar hep aynı, yani tarihler değişse, konusu değişmeyen sorunlar.

Çalıştayda, Seferihisar’da kurulan yerel ürün pazarı ve Urla’daki sanat sokağından kesitler görsel olarak sunuldu. Bu görselleri çalıştaya katılanlardan önce yetkililerimizin bugüne kadar görmemiş olabileceğini, hatta yerinde görmemiş olabileceğini hiç düşünmedim doğrusu.

Bu görseller, “bizim burada da yapılabilir” amacıyla gösterildi.

Eksiğimiz yoktu ve hatta fazlamız vardı ama neydi bu fazlalıkları bir araya getiremediğimiz unsurları bulmaktı çalıştaydan gaye. Bunları tartışmaktı önemli olan.

Hadi tartıştık, çıkan sonucun hayata geçebilmesi için dayatmacı ve kamçılayıcı bir etkiye sahip olup olmayacağının da belirlenmesiydi bir yerde.

Gerçi biz bu çalıştaya gelinceye kadar yeni hastanenin yeri konusunda da tartışmış, masaya yatırmıştık. Sonuç her zamanki gibi ortaya atılan fikirlerin ortak noktada buluşamaması nedeniyle vücut bulmamıştı.

Çünkü biz kent olarak konsensüs sağlayamıyorduk. Oysaki çalıştayda önemsediğim, bu konsensüsün sağlanmasına yönelik bir şeyler yapılmaya çalışılmasıydı.

Biz basın kuruluşu temsilcisi olarak bulunduk, fikrimizi de aktardık. İlimiz yararına yapılacak olan işlerde, bizlere somut materyaller sunulması halinde, haber olsun, tanıtım anlamında olsun elimizden geleni yapacağımızı vurguladık.

Yoksa bunun dışında kaleme aldıklarımızın öneri olarak kaldığını dile getirdik.

Sorun da burada başlıyor.

O materyal yok. Neyi, kime pazarlayacaktık?

Çalıştayda ele alınan sorunlar, 20 yıl önce de bildik sorunlardı oysaki. Hatta 20 yıl önce daha iyi durumda olan sorunlardı mesela. İyiye örnek verirsek, 20 yıl önce tüketici pazarına gelen turist bugün yok mesela. İşte bizim memleketin gerçeği bu.

20 yıl önce var olanın kısmi iken genele nasıl yayacağımızı konuştuğumuz sorunu, bugün yeniden inşa edilecek noktada ele almaya başladık.  Yani her geçen yılda üzerine bir tık koymak gerekirken, yok etmişiz.

Şimdi ise kentsel sit alanlarını ve arastayı nasıl canlandırabiliriz için hiçte yabancı olmadığımız bir çalışmayı daha yapıyoruz.  Ama bizim derdimiz üzüm yemek. Bu nedenle emek verenleri elini taşın altına sokanları kutluyorum.

Çalışmayı önemsiyorum; çünkü “önce Muğla” için düşünmeye hazır bir topluluğun bir araya getirilmesi çabası için. Yıllardır sığ siyaset ve tartışmalardan dolayı gelişememiş bir kent için şimdi kendi arasında bir görüş birliğini sağlamaya yönelik bir girişim var.

Herkes çözüm önerilerini, katılımcıların neler yapabileceğini, yöntem ve bu yöntemlerin vadesini içeren görüşleri açık yüreklilikle, heyecanla ve o sığ siyaset ve tartışma ortamından uzak bir şekilde ele almaya çalıştı.

***

Bütün bu yarar içeren çalışma yapılırken, asıl sorun burada ortaya konulan değerli fikir ve görüşlerin, icra makamlarınca ne kadar dikkate alınıp, değerlendirileceği.

Değerlendirilse bile hayata geçirilip geçirilmeyeceği. Yoksa daha öncekiler gibi konuşulup konuşulup, konuşulduğu yerde mi kalacağı? Yaşayıp göreceğiz. Takipçisi de olacağız.

Umarım, “ben yaptım oldu” yerine, “hep beraber yaptık oldu” diyebileceğimiz işlere imza atılır.

Katılımcıların kendi alanlarında oluşturulan masalarda görüş beyan etmesi ve bu görüş ve önerilerin raporlanması, önümüzdeki zaman dilimlerinde özde yarar sağlayacak bir kılavuz oluşturacaktır mutlaka. O masaların birinde bizim sektör için oluşturulan basın ve tanıtım masasında birlikte oturan sevgili Erdinç Özal’ın, bu çalıştayın konusuna ilişkin saptamasının altına da imza atmamız lazım.

O saptama şöyle:

Menteşe kentsel sit alanında turizmin canlandırılması için insan-mekan ilişkisini sağlamak lazım.

Aynen de öyle. Konunun sorun olmaktan çıkıp, gelişime yönelmesinin özü burada yatıyor.

Gerisi laf-ı güzaf.