Son dönemde biz gazeteciler hangi konuyu ele alsak konunun refikleri ile muhalifleri değişiyor ama bize tepki gösteren üç beş sosyal medya delikanlısı değişmiyor. Bir gün TOKİ olayını gündeme getiriyorsunuz tepki gösterenlere bakıyorsunuz konu hakkında bilgisi bile olmayan sadece taraftar mantığı ile neredeyse tribün tezahüratı yaparak size küfür ediyorlar. Bir başka gün bir siyasi partinin il başkanının hatalarını yazıyorsunuz bu kez başka bir tribün başlıyor size küfürlü tezahürata. Bir gün su kesintilerini yazıyorsunuz başka bir tribün size küfürlü tezahürata başlıyor. İşin aslı farklı tribünler olmasına rağmen nedeyse sadece bizlere küfür edebilmek için o tribünlerde gezenler var. Bir an kendimi amatör kümede maç yöneten hakemler gibi hissetmeye başladım. Ne olsa da biz bunlara küfür ederek kendimizi tanıtsak telaşına düşmüşler.
***
Eski zamanlarda zenginler çuha şalvar, yoksullar ise aba giyermiş. İşte o günlerden birinde gariban bir köylü ile zengin ağalardan birinin arasında bir ağız kavgası başlamış. Olay alevlendikçe alevlenmiş. Tartışma büyüdükçe büyümüş. Laf dalaşı bitmiş, boğuşma safhası başlamış. Ağayla köylü gırtlak gırtlağa birbirine girmiş. E kavga olur da halk durur mu? Hepsi etraflarına halka olmuş kavgayı izliyormuş. Bir çekirdek çitlemedikleri kalmış. Etraftaki dükkanlardan birinin sahibi bakmış ki, bu gidiş hiç iyi değil. Kavgayı ayıran da yok. Sonunda birinden biri ötekini öldürecek. “Bre ne bakıp duruyorsunuz öküzün trene baktığı gibi, vurun da ayırın şu adamları!” diye bağırmış. Kavgayı izleyenler arasında dükkan sahibinin çırağı da varmış. “Usta, hangisine vurayım?” diye sormuş. Dükkan sahibi ağaya vur dese başına dert açılır diye korkmuş. “Abalıya vur abalıya!” diye bağırmış.
İşte böyle, hakkıı savunamayacak kadar zayıf, beli bükük, dişi dökük, zaten
feleğin sillesini yemiş kişilerin iyice ezildiği zamanlar gibi bu süreçte de biz gazetecileri abalı yapıp durmadan vuruyorlar.
***
Halbuki gazetecilerin ne yaptıklarını tarih not etti ama onlar hala anlayamadı. Küçük bir hatırlatma ile devam edelim. 15 Mayıs 1919 Perşembe günü İzmir, başta İngiltere, Fransa ve ABD olmak üzere emperyalist devletlerin ortaklaşa aldıkları bir kararla, Yunan ordusu tarafından işgal ediliyordu. O sabah İzmir’de karaya çıkan Yunan askerlerine karşı kalabalığın içerisinden sıkılan ilk kurşun, Mustafa Kemal önderliğinde sürecek ulusal bağımsızlık savaşımızın ilk kıvılcımı olduğu kadar, Kuva-yı Milliye ve Müdafaa-i Hukuk ruhunun tam bağımsızlık şiarıyla tüm Anadolu’da uyanışının da öncüsüydü. Nitekim, İzmir’in işgal edileceği haberini bir gün önceden haber alan İzmirliler, olup bitenler karşısında tepkilerini ortaya koyabilmek amacıyla İzmir Sultanisi’nde toplanıp bildiri hazırladılar. Hasan Tahsin, 14 Mayıs’ta Maşatlık’ta İzmir’in işgaline karşı düzenlenen mitingi, yeterince heyecanlı bulmamıştı. Bu nedenle tek başına bir eylem yapmayı kafasına koymuştu. 15 Mayıs 1919 sabahı saat 11.00 sularında Yunan kuvvetleri, “Zito Venizelos” nidalarıyla Pasaport ve Gümrük yönünden Konak’taki saat kulesine doğru ilerliyordu. Hasan Tahsin, elinde Yunan bayrağı olan Yunan teğmene ilk kurşunu sıktı. O kurşun, aslında bir ulusun uyanışını, bir devletin kuruluşunu müjdeliyordu. Daha sonra 150 metre öteden, bir Yunan kurşunuyla vuruldu Hasan Tahsin... Ve bir büyük kahraman olarak tarihimizde yerini aldı.
***
Gelelim kıssadan hisseye. Gazeteciyik yapmak bu mesleği icra etmek isteyen birçok kişi var. Hepsine kapılarımız açık ancak gazeteciliği kendi menfaatleri için bir silah olarak göreceklere kapılarımız sonuna kadar kapalı. Geçtiğimiz günlerde sosyal medya hesabımdan yaptığım paylaşımımla yazıyı bitirip sizlerden biraz izin istiyorum. “Kalemimi ne satar nede kiraya veririm. Kırar atarım” kısa bir tatilden sonra tekrar buluşmak üzere…