Başarının yolu sanırım esir olmamaktan geçiyor. Neye esir olmamak? Yada kime esir olmamak gibi sorular geliyor hemen kurulan bu cümlenin ardından. Birinde somut diğerinde ise soyut kavramlar gizli aslında. Bu cümleyi duyanların algılarının farklılığı ile ilgili. Kimilerine göre duygularına esir olmamalı insan. Kimilerine göre yaşamın bizlere direttiklerine, kimilerine göre de insanlara esir olmamalı. Yaşamın bize direttiklerinin esiri olmamak en iyisi bence.

***

Günlük yaşamınızda kaç saat telefonla görüşüyorsuz? Bu soruya kimse ilk etapta net bir cevap veremiyor ardından gelen ve giden aramaların sürelerini toplayarak cevap veriyor. Ortalama günlük 3 saatini telefon görüşmelerine harcıyor insanlar. Kimi zaman önemli olsa da genelde anlamsız ve gereksiz konular için telefonla görüşüyorlar. Birde telefonları “Akıllı” ise telefonla geçirilen süre günlük ortalama altı yada yedi saati buluyor. Bir bakış açısına göre insanlar telefonun esiri olmuşlar. Hayatımızda esiri olmamamız gereken ilk “T” telefon.

***

Bir başka bizi esir edense 1968 yılında hayatımıza şu cümle ile giren, “Burası üçüncü bant beşinci kanaldan deneme yayını yapan Ankara Televizyonu. Sayın seyirciler bugün 31 Ocak 1968 Çarşamba, Ankara’dan televizyon yayımına başlıyoruz” televizyon. Dünya televizyon izleme oranı kriz dinlemeyerek geçen yıl da artış gösterdi ve günlük ortalama 3 saat 35 dakikaya ulaştı. 2000’li yıllardan itibaren hızla artan izlenme saatleri yıllık ortalama 4 dakika daha artıyor. Hayatımızın büyük bir kısmını işgal etmeye başladı. Adeta sihirli bir kutu izlemeye başlayanlarda bağımlılık yapıyor ve kopmanıza izin vermiyor. Ardı ardına gelen diziler, amaçsız yarışma programları, elektrik üretimi yapan evlenme programları daha neler neler. Hepsi bir afyon etkisi ile izleyenleri kendine bağlayıp gerçek hayattan kopmalarını amaçsız yaşama çabalarını ortaya koyuyor. Televizyon, yeni fikirlerin tohumlarını atıyor, düşüncelerimizi düzenliyor ve ne yazık ki, filmleri gerçek hayat sanmamıza neden oluyor. Bir ayda 914 kavga, 164 soygun, 120 aldatma, 224 cinayet, 179 kaza, 65 İntihar gördüler.” Günümüz haberlerinden alınma bir istatistik sanıyorsunuz değil mi? Yanılıyorsunuz. 1953 yılında, filmlerdeki yapay şiddetin gençleri nasıl etkilediğini göstermeye yönelik bir girişimden alıntı yaptık. Hayatımızın 1014 yılını TV karşısında geçirmemiz benzeri bir karşı tepkiyi körüklüyor: “Okulda şiddetin sorumlusu, insanları yönlendiren güçlü bir araç…”

***

Esiri olduğumuz üçüncü “T” de Trafik. Şimdilik yaşadığımız şehirde trafik bir sorun değil. Tek sorun esiri olduğumuz araçlarımız. Yürüme mesafesinde 3 ile 5 dakika sürecek bir yere bile araçla gitmeyi adet edinmişiz. Şehrin yetersiz alt yapısı da buna eklenince trafik değil ama otopark sorunu ile karşı karşıya kalıyoruz. Yürüme mesafesinde 5 dakikada ulaşabileceğiniz alana araçla 15 dakikada gidip bir o kadarda park yeri arayarak harcıyoruz. Trafiğin Muğla’ya yıllık maliyeti yaklaşık 500 bin tl. fazladan yakılan yakıt maliyeti bu. Birde kirlettiği hava, gerdiği sinir, yaşattığı sıkıntı sonrası bozulan sağlık ve sağlık giderleri konusunda ise net bir veriye ulaşamadım. Sanırım Muğla’da kullanılan anti depresanların yüzde 20’si trafikte gerilen sinirler sonrasındadır.

***

Sizi esir eden üç “T”den tam olarak kurtulma şansımız yok belki ama esareti azaltmak elimizde. İnisiyatif alarak kolayca yapılabilecek işler için bile telefona sarılmadan, acaba şimdi ne yapıyor diye hayal kurarken aramadan sadece hayal kurmaya devam etmek, kısa mesafelerde araç kullanmamak yada toplu taşıma araçlarını tercih etmek en iyisi. Hep doktorlar söyler üç beyazdan uzak durun diye, bende üç “T”nin esiri olmayalım demekle yetiniyorum. Tam yazı bitecekken yazının başından bu yana 24. kez telefonum çaldı birde ben uzak durabilsem…..