Muğla bugün, güne yürekleri yakan bir olayın duyulmasıyla başladı.

Biz haberciler tecrübeyle sabit olarak kayıp haberlerinin uzaması sonucundaki akıbeti tahmin ederiz ancak, insanlık boyutunda düşündüğümüzde de umudumuzu koruma yoluna gideriz.

Öyle de oldu. Umudumuz, mesleki tecrübemizin önüne geçti. “Belki bu defa biz yanılıyoruzdur” bile dedik.

Neden söz ettiğimi anladınız.

Yaklaşık 5 gündür ikamet ettiği Akyaka’dan Muğla’ya gitmek üzereyken görülen ve daha sonra da kendisinden bir daha haber alınamayan 27 yaşındaki Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi öğrencisi Pınar Gültekin’in, bu sabah (Salı sabahı) ölü olarak bulunduğu haberiyle sarsıldık.

Hem de hunharca bir şekilde öldürüldüğünü öğrenerek.

Bu aslında öylesine bir cinayet denilip geçilecek bir olay değildi.

Üstelik daha 2 ay önce aynı şekilde erkek arkadaş kurbanı olarak can vermiş Zeynep Şenpınar’ın ölümü henüz hafızalarda yerini korurken.

Bu olaya bir cinayet ya da sadece “bir kadın cinayeti” diye şekli bir ayrım olarak bakamıyoruz.

Bu bir insanlık cinayeti.

Ayrıca insanlığın da uğradığı bir cinayet.

“Ne ara böyle bir toplum haline geldik?” sorusuna yanıt arayacağımız, yok olmaya yüz tutmuş bir insanlık ve zorbalığa dönüşmüş o insanlığın cinayeti.

Yoksa bu yaşanan olayı, sadece bir cinayet ve kadın cinayeti olarak değerlendirirken, çok yönlü bakmaya da mecburuz.

Mesela genç kadını öldüren gözü dönmüş şahsa sosyal medya üzerinden tepki gösterirken, o şahsın eşinin de bir kadın olduğu gerçeğinden yola çıkarak, aile olarak görüntülendikleri fotoğrafları yayınlayarak, mağdur eşini de, daha her şeyden habersiz 5 yaşındaki çocuğunun da linç edildiğini de görmezden gelemeyiz.

Bunun için olayı sadece kadın cinayeti olarak değerlendirmememiz gerektiğini yineliyorum.

Kadın cinayeti diye değerlendirirken, bir kadını, bir anneyi de tepkilerin arasında linçe uğratmamak gerekir.

***

Her bir tutum insani duygularla alakalı.

Mühim olan o insani duyguları kaybetmemek.

İşte bu yaşanan olay, insanlığın kaybolmaya yüz tuttuğunun apaçık bir örneği.

Toplum ahlak yapısı, toplum düzeni, kamu vicdanı bu yaşanan zorbalıklar nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Yani bu olay tamamen insanlık ve insanlığın geldiği noktayla alakalı diyebiliriz.

Bir insan bir insan üzerinde nasıl zorbalık içerikli davranış sergileyebilir?

Nasıl bu hale gelebilir?

Nasıl bir cana kendi elleriyle son verme hakkını kendinde görebilir?

Yürekleri burkan, kanları donduran, tüyleri ürperten olaylara tanık olmaya başladık yaşadığımız kentte.

***

Bu olayların meydana gelmesiyle ilgili endişemizi daha henüz 2 aylık sürede Ramazan Bayramının ilk günü meydana gelmiş gencecik bir kızımızın katledilişiyle dile getirmiştik.

Şimdi bu endişemizde ne kadar haklı olduğumuzu bir kere daha anlamış olduk.

“Öyleymiş, böyle olmuş, şöyle diyorlar, böyle diyorlar” gibi dedikodusal yaklaşımlarla söylemler üretmek nafile.

Yaşananlara toplumsal bakmak gerektiği kadar, devlet mekanizmalarının da el atmasını gerektirecek tedbir içerikli olaylar olarak ta görmek gerek.

Muğla şehri, bu tür olayların vuku bularak, ülke gündeminde yer alma adetine sahip bir yer değil.

Perşembenin gelişinin Çarşambadan belli olduğunu ifade etmiştik.

Suç haritamız büyüyor, hem de kadın-erkek ilişkisi menşeli konularla.

Bu vuku bulan suçlarla birlikte gencecik bedenler, bir hiç yoluna toprak olup gidiyor.

Kontrol ve otokontrol mekanizmamız zayıflamış durumda.

Olayları kurgulamak yerine tez elden bir şeyler yapılması gerektiğinin farkındalığı yaratılmalı.

Caniler cezalarını elbette en ağır şekilde çekmeli ama bu hayatlarının baharında yok olup gidenleri geri getirmeyecek.

Bu yaşananlar, çocuklarını öğrenim hayatı için şehrimize gönderecek ailelerde tedirginlikler yaratırken, ilim irfan yuvası olan üniversitemize de bakış açılarını etkiler hale gelecek.

Neden mi üniversitemize bakış açısını etkileyecek? Çünkü iki olayda da yaşamını yitiren genç kadınların birinin Muğla’nın üniversitesinden yeni mezun olup, diğerinin de hala Muğla’nın üniversitesinde öğrenci olarak adlandırıldığı için.

Bir gerçeğin de altını çizmek gerekiyor. Burada en önemli iş, gençlerimizin ailelerine düşüyor. Çocuklarına rahat ve konfor hazırlamada, istediklerini yerine getirmede cüretkar davranan ailelerin, çocuklarının takibinde de aynı fedakarlığı sergilemeleri gerekiyor.

Özellikle üniversite okul sezonu dışında öğrenim gördükleri şehirlerde kalmayı ya da o yerlerde zaman geçirmeyi tercih eden öğrencilerin mutlak surette aileleri tarafından takibinin yapılması, çocuklarını yanlarına alamıyorlarsa, kendilerinin çocuklarının yanında olmaları gerekiyor.

En azından şu an için yapılabilecek tek şey gibi görünüyor.

Aksi takdirde, çocuklarının kaderini bir caninin ellerine teslim etme gerçeği toplumu derinden yaralıyor.

Artık yeter.