CHP İl Kongresine ilişkin son tespitlerimizi de yapıp, konuyu bir süreliğine kapatalım.

Nurettin Demir’in konuşmasından başka dönemin İstanbul Milletvekili ve şimdilerde Datça’da ikamet eden Yakup Akkaya’nın bir iddiasını paylaşmak isterim.

Akkaya, “Partimizin tüzük maddelerindeki antidemokratik uygulamalara karşı çıkanlar, bugünkü milletvekili listelerinde yer alamadılar” derken, sanırım listede kendilerine yer bulamayan Nurettin Demir ile Ömer Süha Aldan’a destek verirken, parti genel merkezine de göndermede bulundu.

Ardından kürsüye gelen Burak Erbay ise tek listeyle gidilen kongreye atıfta bulunarak, İzmir’de 3 adayın yarıştığını ve çarşaf listeyle kongre yapıldığını, Adıyaman’da 10 adayın var olduğunu ifade ederek, çok adaylı kongreleri önemsediğine vurgu yaptı.

Birden fazla adayların bulunduğu kongreleri yaşayarak büyüdüğünü de belirten Erbay, o heyecanları yaşamak gerektiğini dile getirip, Muğla’da gençlerin bu heyecanları yaşayamamak gibi sıkıntıları olduğuna dikkat çekti ve “Beni bugünlere getiren o heyecanlardı. O heyecan bize her yerde ihtiyaç” dedi.

Başladığımız işi yarım bırakmayalım. Kongrede bulunduğumuz sürede dinlediğimiz diğer hatiplerin kayda değer söylemlerini de aktaralım istedim.

***

Bütün bunlar bir yana, aynı il kongresinde son yerel seçimlerde Muğla’nın Menteşe ilçesinde yüzde 55 oy oranıyla ikinci kez belediye başkanı seçilmiş olan Bahattin Gümüş’ün kurultay delegeliğine seçilemediği kamuoyunda etki yaratır derecede bir gelişmeydi.

Daha yeni seçilmiş Bodrum, Fethiye gibi ilçe belediye başkanlarının kurultay delegeliğine seçildiği bir ortamda, Muğla ilinin ikinci kez göreve seçilmiş merkez belediye başkanının kurultay delegeliğine seçilmeyişine ne denir, ben uygun bir cümle bulamadım açıkçası.

Bu gelişmenin ardından Gümüş’ün gençlerin önünü açmak için böyle bir karar verdiği yani kendinden feragat ettiği algısını yaratmaya yönelik böyle bir haber de uçuruldu.

Bana çok inandırıcı gelmedi açıkçası.

Kaldı ki daha genç sayılacak yaştaki bir belediye başkanının gençlerin önünü açmasına ne hacet.

Partinin içi Gümüş’ün fedakarlık kokan hareketini yapması gerekenlerle dolup taşarken hem de.

Düşündüğümü ezbere paylaşmak niyetinde olmadım hiç. Bu nedenle Bahattin başkana sormak istedim neler olup bittiğini.

Aradım konuştum Bahattin Gümüş ile.

Sıkıntılı bir süreç yaşadığı belliydi.

Sayın Gümüş’ün söylemlerinde, il kongresi sürecindeki sıkıntılı sürecin içinde adeta boğuşmak istemediği için kendinden feragat ettiği yönünde uçurulan habere, kendisinin de inanır gibi yaptığını hissettim.

Oysa ben o kazın ayağının öyle olmadığını biliyordum.

Bu işin arkasında, bu sıkıntılı dediğim sürece ağırlığını koymaya çalışan ve Bahattin Gümüş’e muhalefet ettiğini bildiğimiz Milletvekili Mürsel Alban’ın olduğunu tahmin etmek çok zor değildi.

Anladığım kadarıyla Alban’ın, Bahattin Gümüş ile hesabı 2014 yılına dayanıyor. Alban’ın Menteşe Belediye Meclis Üyesi adayı olduğunu hatırlar biliriz.

Olamayışının arkasındaki hesabı sanki Gümüş’e kesti. Bu iç hesaplaşmanın arkasında bu sürecin yattığını düşünüyorum.

Yani o tarihten barışmayan bir yıldız var anladığımız o.  Karşı karşıya gelmenin sebepleri yine şahsi beklenti ve istekler.

Siyasetin hedefinde insan var diye düşünürken, siyasetin içindeki kişisel beklentiler ve isteksel bu odağı çürütür nitelikte adeta.

“İnsan kimin umurunda” diyesi geliyor insanın.

Her ne kadar Gümüş’ün, gençlerin önünü açmak için delegelikten feragat ettiği algısı yaratılmaya çalışılsa da, ben bu işin Alban tarafından yürütülen bir pazarlık konusu olmuş olabileceğini bile düşünmekteyim.

Neydi o pazarlık?

Mürsel Alban’ın il başkan adayı olarak ortaya sürdüğü Oruç Özkan’a karşı, Bahattin Gümüş hamlesi gibi geldi bana.

Ne de olsa Oruç hamlesinin önü tıkanmıştı Alban’ın. Sözde uzlaşı devreye girmişti.

Bu süreçte de hamlesini yapmaktan geri kalmamış olabilir Alban.

“Madem benim adayım olan Oruç’u değil de, mevcut il başkanı Zeybekoğlu’nu destekleyeceğiz, o zaman ben de Bahattin Gümüş’ün kurultay delegeliğini istemiyorum” gibi bir replik cereyan etmiş olabilir.

En azından manzarayı ben böyle okudum.

Benim anlamadığım, bu hamleye Osman Gürün neden kayıtsız kaldı?

Her yerde “kardeşim” diye seslendiği Bahattin Gümüş’ün ardında neden durmadı?

Bu sorular aklıma şu örneği getirdi:

Timsahlar önce yavrusunu yermiş, sonra gözyaşı dökermiş.

Bu akıbet görünüyor sanırım.