Ülkemize musallat olan Coronavirüs salgınıyla hayatımızın gerek düşünsel, gerekse yaşamsal, gerek fiziksel ve gerekse ekonomik olarak ciddi anlamda etkilendiği fikrinde hepimizin buluştuğu malum.

Elbette bu süreçte herkesin farklı izlenimleri ve anıları oluştu.

Evde aktivite üretme yolunda önemli mesafe kat ettik.

Birlikteliklerin, beraber yaşam sürmenin, eski fotoğraflara bakmanın, gülümsemenin, endişesiz yaşamanın, doğanın, sevdiklerimizin kıymetini bu sayede bir kez daha özümserken, sporun, aktivitelerin, okumanın, film izlemenin, çalışmanın yaşamsal faaliyetlerimiz açısından önemini idrak ettik.

Elbette hepimiz kendi sosyalitemizi yarattık yaşamlarımızda. Bu sosyaliteler, bugün olduğu gibi elimizden kayıp gittiğinde, hayat denen mevhumun belki de içinde bulunduğumuz bu durumdan başka bir şey olmadığını da bu sayede anladık.

Aslında bugün yaşadığımız Corona sorunuyla oluşan sıkıntı, sürekli evde olmamız değil.

Fotoğrafa genel bir açıdan bakmak gerekirse, sosyalitelerimizi gerçekleştirip, sonlandırdıktan sonra gittiğimiz yerler değil miydi evlerimiz?

Yalnız kalmaya ihtiyaç duyduğumuzda sığındığımız alanlarımız değil miydi ya da?

İş veya sosyal hayattan yorgun düştüğümüzde kendimizi kapayıp, dinlendiğimiz, hatta hafta sonu ‘evden çıkmayacağım’ dediğimiz yaşam alanlarımız değiller miydi evlerimiz?

Belki evinin güzelliğinin, sevdikleriyle vakit geçirmenin farkına vardı, belki de ‘iyi ki sürekli evde değilim’ dedi kimilerimiz.

Biz evde zaman geçirmeyi ya da kısıtlamaları sıkıntı olarak görmüş olsak bile asıl sıkıntı, evin dışında bekleyen bir riskin varlığının oluşturduğu psikolojiydi.

İşte bu psikolijinin bir an önce sonlanması ve ağır kayıplarla sonlandıracağımız bir sürecin yaşanmaması dileğimiz.

***

Şu ana kadar salgınla mücadelede başarılı bir süreç yürüttüğümüz kesin. Salgının ilk başladığı anlardaki ‘evde kal’ çağrıları azaldı, sokakta vatandaşların duyarsız görüntülerinin fotoğraf ve haberleri eksildi.

Bu sürecin ilk başında ortaya çıkan görüntülerle umudumuzu zaman zaman yitirdiğimiz, ‘acaba bu işin hakkından gelemeyecek miyiz’ hissine kapıldığımız anlar bile olmuştu.

Neyse ki, duyarlılığımız ya da duyarlı vatandaşlarımızın ağırlıktaki yaklaşımları sayesinde, bugün gelinen noktada evde olmaya da, sürece katkıda bulunmaya da bağışıklık gösterdik.

Nasıl göstermeyelim; asıl önemli olanın sağlık ve önce can olduğunu kanıksadık.

Ve bugün gelinen noktada, baharın güzelliğini yaşayamadığımız hayıflanmaların yerini umut yeniden aldı diyebiliriz.

Ülkemiz sağlık sisteminin ne denli başarılı olduğunu ve olağanüstü bir çabayla bu umutların tazeleniyor olduğuna şahitlik ettik.

Biz bu baharı yaşamayalım ama yeter ki, vatandaşlarımızı kaybetmeyelim, ülkemiz de bu illet salgından kurtulsun.

Allah ömür verirse, bugüne kadar gördüğümüz bahar mevsimlerine gelecek yılki baharı ekleyelim.

Varsın bu bahar yaşanmasın.

Siz içinizdeki baharı yaşayın.

İçinde bulunduğunuz bahar mevsiminin içinizi kıpırdatan güneşi yüreklerinize doğsun.

Varsın bu baharı yaşamak, doğada mangal yakmaktan ibaret olmasın, varsın bu bahar sofraların, eğlencelerin, gezmelerin, tozmaların görüntülenmesinden uzak olsun.

Bu bahar da böyle yaşansın.

Bu kadar ciddi bir salgın sürecinde, varsın bu bahar, “Çok şükür” diyebileceğimiz bir bahar olsun.

***

Salgın sürecinde sağlık sistemimizin başarısı kadar ekonomimizin ve buna bağlı olarak sektörlerin uğradığı tahribat da hafife alınacak derecede değil.

Özellikle bu sürecin sonlandırılması ve normalleşmeye dönmeye başladığımız sürece yönelik ekonomimizin nereye gideceği muamma.

Bu konuda çok ciddi bir sınav verdiğimiz ortada. Umarım bu konuda da başarılı bir süreç yönetimi ortaya koyabiliriz.

Özellikle yöremizi ilgilendiren turizm olgusuna değinmeden geçmeyelim.

Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mehmet Nuri Ersoy’un umut dolu yaklaşımları, Mayıs ayı sonuna doğru turizm faaliyetlerine başlanması yönündeki beyanatları,  gerek sektör temsilcilerinin gerekse iyi haberleri duymaya özlem duyan vatandaşın normal hayatına dönebilmesi adına sevindiriciydi.

Ancak, bu salgın bitmiş olsa bile insan psikolojisi üzerinde yarattığı tahribat, yaşamın seyrinin bir an da normalleşmeye gitmesi yönünde endişeleri hemen sonlandıracak gibi de görünmüyor.

Bir yandan bakıldığında da, bu endişelerin, daha otokontrollu bir yaşamı da beraberinde getireceği kesin ancak, hal böyleyken turizmden şu sırada medet ummak ya da bu yönde umut dağıtmak çok da somut bir kavram gibi görünmüyor.

Kaldı ki, salgını temelli yok ettiğimiz bir ortamda, bu salgın sürecinde sağlık sistemleri adeta sınıfta kalmış ülkelerin vatandaşlarını, ülkemizi tatile açmak ne kadar doğru ve akılcı tartışılır.

Bunun içindir ki, bu yılı kayıp olarak göreceğimiz sektörler olacak, olmalı.

Kaş yapalım derken, göz çıkarmamaya hassasiyet gösterilmeli.

Yaralar bu süreçte daha akılcı yöntemlerle sarılmalı.

Kıssadan hisse, ‘biz bu süreci atlatacağız’ ama yarattığı tahribatın onarımı için aynı şeyi söyleyip söyleyemeyeceğimizi yaşayacağımız günler gösterecek.

Sağlıksız baharın arkasından bakmayıp, sağlıkla ve coşkuyla karşılayacağımız baharları yaşamak dileğiyle…