Üniversite yerleşkelerinin kent merkezi dışında olmasının başarılı ve sakin bir eğitim için yararlı bir tercih olduğunu düşünüyorum. Bunun böyle olduğunu da yirmi yıl boyunca Adana’daki eğitim, sağlık ve üniversite muhabirliği yaptığım günlerde yaşayarak gördüm.
Şehrin gürültüsünden, patırtısından, tozundan, dumanından kaçıp, kendimi Seyhan Barajı kıyısındaki Çukurova Üniversitesi’nin yeşillikler içindeki kampüsüne atardım. Orada gezip, dolaşmak, tepeden baraj gölünü ve Adana’yı seyretmek beni dinlendirirdi. Tabii bu arada benim için sonsuz bir haber kaynağı ile dolu olan üniversitenin fakültelerinde görev yapan öğretim üyelerini ziyaret eder, tıp fakültesi hastanesinin servislerini dolaşır, çantam haberle dolu olarak gazeteye dönerdim.
Ama bu konuma gelmem, yani önemli ve toplumu ilgilendiren habere kaynağında ulaşmam kolay olmadı. Bunun altyapısını oluşturmak kendi adıma yıllarımı aldı.
Çukurova Üniversitesi’nin yerleşkesi de tıpkı Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi gibi kent merkezinden birkaç kilometre uzaklıktadır. Onlarca fakültesi, yüksekokulu, binlerce öğrencisi, öğretim elmanı, personeli, hastanesi, öğrenci yurdu, sosyal tesisleri ve lojmanları var.
Ben üniversite yerleşkesini bir uydu kente benzetirdim. Orada yaşayanlar Adana kent merkezine gelmeden de tüm ihtiyaçlarını karşılayabiliyorlardı. Bu yüzden de öğretim elemanlarının büyük çoğunluğu mesai bitince lojmanlarına, öğrenciler de ya yurtlara ya da kampüse yakın öğrenci evlerine gidiyorlardı. Derslerden arta kalan zamanlarını da yine ya kampüsteki kafe ve sosyal tesislerde ya da üniversiteye yakın yerlerde geçiriyorlardı. Kısacası kent merkezine nadiren iniyor, yerleşik halkla pek fazla içli dışlı olmuyorlardı.
Seksenli yıllarda üniversitede okurken aynı zamanda muhabirlik yaptığım İzmir’de alıştığım sosyal yaşamdan sonra, okul bitince yerleştiğim Adana’daki üniversite-kent kopukluğu dikkatimi çekmişti.
Tabii o yıllardaki İzmir’le, Adana’yı pek çok konuda kıyaslamak mümkün değil. Ancak geçen zaman içinde Adana’daki kentsel ve sosyal gelişme dikkat çekici bir şekilde artarken, İzmir’deki betonlaşma ve yoğun göç ise olayı İzmir adına tersine çevirdi.
Üniversite ile kent arasındaki entegrasyonda basına düşen göreve gelecek olursak; bana göre basının bu konuda çok önemli bir sorumluluğu var. Bunu, yine Adana’daki gazetecilik çalışmalarımdan örnek vererek anlatmak istiyorum.
Öğrencilik yıllarımda İzmir Yeni Asır gazetesinde başladığım spor muhabirliğine askerlik öncesi Adana’da da devam ettim. Bir yıllık spor muhabirliğinden sonra döndüğüm Adana’da bu kez Hürriyet gazetesinde işe başladım ve gazetecilikte ‘istihbarat muhabirliği’ olarak adlandırılan görevi üstlendim. Bu çerçevede gerektiğinde, diğer arkadaşlarım gibi, polis-adliye, eğitim, sağlık, siyaset, ekonomi haberleriyle, güncel olayların takibini yaparken, asıl sorumluluk alanım sağlık, eğitim ve üniversite muhabirliğiydi. Böylece hem kendimi geliştirme hem de çok geniş bir alanda haber kaynağı oluşturma imkanı buldum.
Kentteki tüm kamu hastanelerinin yanı sıra üniversiteye ait araştırma-uygulama hastanesine de ben bakıyordum. Haber takibi için sıkça gidip geldiğim üniversite yerleşkesindeki tıp fakültesi öğretim üyelerinin yanı sıra, farklı haberler yapmak amacıyla diğer fakültelerdeki hocalarla da diyalog kurdum. Başta rektör ve fakülte dekanları olmak üzere, çok çeşitli konularda araştırma gerçekleştiren bilim insanlarıyla yaptığım haberler kısa sürede dikkat çekti.
Basın bürosuyla kurduğum sıcak ilişki nedeniyle de üniversitenin tanıtımını sağlayan çok sayıda araştırma, bilimsel toplantı, gezi, inceleme, hastanede ilk kez yapılan cerrahi operasyonlar, organ nakilleri konusunda manşetlere çıkan haber çalışmalarında bulundum. Bununla da yetinmeyerek öğretim elemanlarıyla, hatta personel ve öğrencilerle dostluklar kurdum. Bu durum bana gazeteci olarak özel bir konum yaratırken, üniversitenin dışa açılmasına ek bir katkı sağladı.
Tabii doksanlı yıllarda yaşanan bu olayda, o zamanlar sekiz gazete ile iki televizyon kanalına sahip olan Doğan Medya Grubu’nda çalışıyor olmamın büyük payı vardı. Çünkü yaptığım bir haber, grubun kendi gazete ve televizyonlarında yayınlandığı gibi, haber ajansı tarafından yurtiçi ve yurt dışı medyaya da pazarlanıyordu.
Bu arada şunu da belirtmek isterim ki, aynı kuruluşun çatısı altında birlikte çalıştığım muhabir arkadaşlarımın yaptığı haberler de benzer şekilde yayınlanma imkanına sahip olup, dikkat çekiyordu.
O dönem yayınlanan polis-adliye haberlerinin Adana’nın imajına nasıl bir etki yaptığını sanırım söylememe gerek yok.
Benim sağlık ve eğitim haberlerinin yanı sıra üniversite ile ilgili yaptığım bilimsel, sosyal ve kültürel haberler dikkat çekici bir şekilde arttığı için, rakip gazete, ajans ve televizyon kanallarının yöneticileri de bu alanda özel muhabirler görevlendirme zorunluluğu hissetmişti. Aynı alanda çalışan gazeteciler olarak işbirliği ve dayanışmada bulunmamız ise kamuoyundaki itibarımızı daha da artırdı. Ve başta üniversite hastanesi olmak üzere diğer üç kamu hastanesi yöneticisiyle görüşüp, gazetecilerin kullanacağı basın odaları tahsis edilmesini sağladık.
Bu arada üniversitede gerçekleştirilen kültürel toplantı ve bilimsel kongrelerde topluma yönelik verilen mesajların tarafımızdan haberleştirilip, yayınlanması da STK’ların, üniversiteyle daha fazla diyalog kurmasına ve ortak çalışmalara imza atmalarına neden oldu.
Örneğin benim de o dönem yönetimlerinde bulunduğum Adana Kültür Sanat Derneği ve Çukurova Edebiyatçılar Derneği gibi birçok sivil toplum kuruluşu, üniversiteyle ortak ya da özel olarak çok sayıda etkinliği kampüsteki amfilerde gerçekleştirdi. Bu faaliyetlere hem STK yönetici ve üyeleri, hem sivil halk, hem öğretim elemanları, hem de öğrenciler uygulayıcı ve izleyici olarak katıldı. Bu şekildeki çalışmalar, yayınlanan haberler, kent halkıyla, üniversitedeki öğretim elemanları ve öğrenciler arasında güven ve saygıya dayalı iletişimin güçlenmesine yol açtı. Ve açılan bu yoldan ilerleyen tüm meslektaşlarım ve üniversite yönetici ve öğretim kadrosu sayesinde kent merkezinden yedi kilometre uzaklıkta uyku kent konumundaki bir bilim yuvası, “koskoca bir köy” olarak nitelenen Adana’nın her anlamda gelişmesine katkı sağladı.
Geçen yıllar içinde ise üniversite yöneticileriyle, yerel yöneticilerin işbirliği sonucu yapılan yatırımlarla üniversiteyle, şehir bütünleşti, aradaki kopukluk yok oldu. Şehir üniversiteyi, üniversite şehri geliştirince ortaya daha yaşanabilir bir kent çıktı. Tabii bu arada aşırı betonlaşmayı saymazsak.
Artık Adana caddelerinde dolaşan üniversiteli genç kızlar, “erkekler bize laf atıyor, omuz vuruyor, bu nedenle kampüsten şehir merkezine gitmeye çekiniyoruz” demiyorlar.
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nin de, merkez ilçe Menteşe’ye uzaktan bakan bir bilim yuvası olarak kalmaması için yapılması gerekenler içinde sanırım biz basın mensuplarına da düşen görevler var.