Muğla’nın doğal güzellikleri ve çevresel zenginlikleriyle öne çıkan Deştin bölgesi, entegre çimento fabrikası projesi nedeniyle ciddi bir tehdit altında. Yatağan ve Menteşe ilçelerini etkileyen bu proje, yalnızca çevreyi değil, bölgedeki halkın yaşamını da doğrudan riske atıyor. Ancak dikkat çeken nokta, halkın, sivil toplum örgütlerinin ve yerel yönetimlerin bu projeye kesin bir şekilde karşı çıkmasına rağmen, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın projeyi ilerletmeye devam etmesi.
Türkiye’nin çevresel ve idari sistemindeki bu uyumsuzluk, çözümsüzlüğü beraberinde getirirken, doğayı ve gelecek nesilleri koruma sorumluluğumuzu bir kez daha sorgulamamıza neden oluyor.
Yerel Halk ve Belediye Kararlı
Deştin Çevre Platformu üyeleri ve bölge halkı, çimento fabrikası projesine karşı son derece kararlı bir direniş sergiliyor. Bölgede yapılan İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısında bilimsel, teknik ve hukuki itirazlar dile getirilirken, bu itirazların görmezden gelinmesi tepki çekiyor.
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Aras, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada, fabrikanın çevreye ve bölge halkına vereceği zararı detaylarıyla aktardı. Aras, “Yerleşim yerlerinin, su kaynaklarının ve ormanlık alanların yakınında böyle bir fabrikanın kurulması mümkün değildir. Hem mahkeme kararları hem de Orman Genel Müdürlüğü’nün tespitleri bunu doğrulamaktadır. ÇED süreci derhal sonlandırılmalıdır” diyerek Bakanlığa seslendi.
Yerel yönetimlerin bu güçlü duruşu, bölgedeki halkın desteğiyle birleşiyor. Çevre ve doğa savunucuları, seslerini daha yüksek bir şekilde duyurmak için siyasi partilerin grup toplantılarına katılmaktan hukuki süreçlere kadar birçok girişimde bulunuyor.
Bakanlık ile Yerel Yönetim Neden Uyuşamıyor?
Türkiye’de çevresel sorunlarda sıkça karşılaşılan bir gerçek, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile yerel belediyelerin sürekli ters düşmesidir. Oysa doğal olarak bu iki kurumun aynı çizgide, yani çevrenin korunması noktasında buluşması beklenir. Bir bölgede yapılacak çevreye zararlı bir tesis karşısında, Bakanlık ve yerel yönetimlerin çevre örgütleriyle birlikte aynı safta olması gerekirken, Bakanlık’ın projeyi destekler bir tavır sergilemesi eşyanın tabiatına aykırıdır.
Bakanlığın yatırımcı tarafında yer alması, çevrenin korunması yönündeki mücadeleyi zayıflatmakta ve halkın güvenini sarsmaktadır. Çevre ve doğa konularında siyasi ya da ekonomik çıkarların öncelikli olması, uzun vadede toplumda mutsuzluk ve huzursuzluk yaratacaktır.
Doğayı Korumak Ortak Sorumluluğumuz
Deştin’de yaşanan bu kriz, yalnızca bir çevre sorunu değil, aynı zamanda bir yönetim anlayışı sorunudur. Çevremizi korumak, sadece bugünü değil, geleceğimizi de korumaktır. Ormanları, tarım alanlarını ve su kaynaklarını tehdit eden bu tür projelerin halkın ve bilim insanlarının görüşleriyle değerlendirilmesi şarttır.
2025 yılı, çevre ve doğa dostu projelerin hayata geçtiği, yerel ve merkezi yönetimlerin uyum içinde çalıştığı bir yıl olmalıdır. Türkiye, gelecek nesillere bozulmamış bir doğa bırakma sorumluluğunu unutmamalıdır. Deştin’de aklın yolu birdir ve doğayı koruma mücadelesinde ortak akıl tek çözümdür.
Yeni yılda doğamıza, geleceğimize ve değerlerimize sahip çıkan bir Türkiye dileğiyle, tüm okuyucularıma sağlık, mutluluk ve huzur dolu bir yıl dilerim. Güzel bir 2025 yılı bizi beklesin!
Tandoğan Uysal