Dağlarda gezen kartalım, kırıldı mı kanatların?
Can mı çıktı boğazından, niye düştün düz tarlaya ?
Kalk ayağa çık dağlara, uğrama hiç şehirlere
Bilmezler ne gelmiş başa, burda ağlamak bile yasak
Tut elimden kalk gidelim, oy gidelim Ziganaya
Tut elimden kalk gidelim……
Eğer sevgimiz seni yaşatabilseydi, sonsuza kadar yaşayacaktın…. Seni öyle çok
sevdik ki, seni o kadar çok seviyoruz ki… Ölümün ölümsüzlüğün oldu Kuzeyin oğlu…
İnsan olarak doğup da, insan gibi yaşamayı beceremeyen milyarların içinde
insan onurunun temsilcisi oldun, delikanlı abim… İşte bu yüzden sana ‘’insan kokuyor’’, ‘’insan
gibi insan’’ dediler hep…..
Karadeniz’in çocukları derelerde oynayarak büyürler, O’nu da ‘’ ufacık ama
doğrudan denize akan Maçka deresi ‘’ büyüttü… Belki de bu nedenle, bütün ömrünce berrak bir
su gibi oldu ...
‘’Yaşam bize sunulmuş en büyük armağandır’’ diyerek her türlü zorluğu
göğüsledi, korkusuzca… Henüz hayatın başındayken Maçka’dan İstanbul’a gelip, büyük bir
mücadeleye başladı…. Sanatla harmanlanmış bir ömür geçirmek istiyordu… Ancak Karadenizliler, ya Almanya’da ya da büyük şehirlerde doyarlardı… Dolayısıyla O’nu da maddi ve manevi bir çok sıkıntı bekliyordu…
Yılmadı hiçbir şeyden, ne kurtlar sofrasından korktu ne de leş kargalarından…
Yüksek dağlarda uçabilen bir kartaldı O… Karadeniz’in sancağını içine girdiği en üst tabakaya
dikmişti… Yerel müziğini, şiveli kendine has üslubu ile ulusallaştırmış, besteleriyle, şarkılarıyla
insanların kalplerine dokunmuştu... Onların, yaralarını bilir, dertlerini çok iyi anlardı… Herkes
mutlu yaşasın istiyordu… Asiliği de işte bu yüzdendi, ruhunun asaletinden….
‘’Başak büyüdükçe boynunu eğer’’ derdi hep ve öyle bir hayat yaşadı… Ne şanı
ne de şöhreti, hiç bir şey değiştiremedi O’nu… Çok mütevaziydi, çünkü insanları çok seviyordu,
herkesle dertleşir, hepsine dost olurdu… Geldiği yeri hiçbir zaman unutmadı, o topraklarda ne
şatolar ne de köşkler yaptırdı… O’nun köşkleri yalnızca halkının kalpleriydi… Gururla anlattı kara
lastikli, yırtık pantolonlu yayla günlerini….
‘’Dünyaya el gibi çıplak geldim, el gibi çıplak gideceğim’’ düsturu ile herkese elini
uzattı… Bir çok insana yardım etti, babasız çocukları okuttu, hastaneleri ziyaret edip insanlara
moral verdi, ihtiyaçlarını karşıladı… ‘’Paylaştığın senindir, biriktirdiğin değil’’, derdi hep…
Gerçek bir sanatçıydı, aynı zamanda da fikir adamıydı… Hayatı sorguladı, içinde
yaşadığı toplumun sorunlarını, dertlerini sanatı ile buluşturdu, sanatı toplumu için yaptı…
Sahnesinde, Karadeniz insanının fıkra tadındaki hayatından anekdotlar anlatır, Nazım Hikmet ve
bir çok şairin şiirlerine kadar insana dair her şeyi paylaşır, gönlünden gönüllere köprü kurardı
bütün samimiyetiyle….
İnsanların onurlu yaşaması O’nun için çok önemliydi, ve bu nedenle önderi Mustafa Kemal ATATÜRK idi..
Haksızlıklara karşı demir yumrukluydu, ama pamuk gibi de bir kalbi vardı…
Gözleri hep nemliydi, kar yağdığında, üzerinde yürüyüp iz bırakılınca çok üzülürdü, kar
bozuluyor diye…
Memleketini, ülkesinin insanlarını ve Trabzon’u çok severdi.. Şehrin bir çok
yerine, Volkan Konak’la özdeşleşen mimoza çiçekleri dikilmişti…. O’da bütün Trabzonlular gibi
gittiği her yere Trabzon’u da kalbinde götürürdü… Bu yüzden ‘’bize her yer Trabzon’’ idi…
‘’Cesur Yüreğimizi’’ kaybettik, ciğerimiz yanıyor, evlatlarıyla beraber biz de
yetim kaldık… O, hayata karşı sağlam duruşuyla dağ gibi arkamızdaydı… Doğruyu söylemekten
korkmadı, hiç bir şeye eğilmedi, bükülmedi…. İnsanlar için en iyisini istemekten asla
vazgeçmedi…
Mora neneler, Bala neneler ellerinde bastonlarıyla çok uzaklardan geldi O’nu uğurlamaya.. Milyonların gözyaşları, mahşeri kalabalıkların alkışları ve dualarıyla….
Bu dünyadan kimler, neler neler geçti, isimleri yaşasın diye şatolar, hanlar, köşkler yaptırdılar da; sadece hayatı kalbiyle yaşayıp, kalpleri kazananlar sonsuza kadar
yaşarlar…
Benim delikanlı abim,
arkandan dökülen gözyaşlarının her bir damlası, sana sonuna kadar helaldir, SEN insanların kalplerindesin ve sonsuza kadar orada yaşayacaksın…