Kızlar,  babaları  ellerinden  tutarsa  cehenneme  bile  giderlerdi.. Leyla da  öyle  yapmıştı, sımsıkı  tutuyordu  babasının  elini.. Biraz  önce  annesi,  dayına  gideceksin  diyerek  en  güzel  kıyafetini  giydirip,  hazırlamıştı  onu… İçindeki  sevinçten,  ayaklarını  yakan  kızgın  çöl  kumlarını bile hissetmiyordu,  hatta  babası mezarını  kazarken  O, babasının  üzerine  gelen  kumları  temizliyor,  küçücük  elleriyle  babasının  sakallarını  okşuyordu… Hızlıca  gömdü  babası  Leyla’yı, minik  çığlıklar boğuk  bir  hırıltıya  dönüşürken, en son  simsiyah  saçlarını da  kapattı  kumlarla, elleri  hiç  titremedi,  bu  gömdüğü  ilk  kızı  değildi  çünkü,  Cahiliye  Devri  Araplarında  normal  bir  gelenekti…

İlk  çığlıkları  aynı  zamanda  son  çığlıkları da  oluyordu  Hindistan’da  doğan  kız  bebeklerin,  doğum  ebeleri  bebeklerin   kız  olduklarını  gördükleri  anda  hemen  boğazını  sıkıyordu.. Bu  durum  Hindistan’dan  Çin’e  tüm  Asya’da  hatta  tarihi  kayıtlara  baktığımızda  Kuzey  Alaska’dan  Avusturalya’ya  kadar  evrensel  bir  gelenekti… Milyarlarca  kız  bebek  yüzyıllardır  dünyaya  sadece  bir  kaç  saniyeliğine   göz  açabiliyordu…

Kral  Agamemnon  Troya  savaşını  kazanmak  için  tanrıça  Artemis’e  güzel  kızı  İphigenia’yı  hiç  tereddüt  etmeden  kurban  olarak  sunmuştu.. Böylece   tanrıça  çok  memnun  olacak  ona  savaşı  kazandıracaktı… Tarih  öncesi  çağlardan  itibaren  tanrılara  bakire  kız  kurban  ederek,  onların  neşesini  arttırmak  dünyanın  bütün  kıtalarında  rağbet  gören  bir  gelenekti…

Orta  Çağ  Avrupa’sında  kilisenin  ağır etkisiyle  bir  çok  kadın  şeytan olarak   görülüyordu,  ne de olsa  Adem’i  cennetten  kovduran  da  bir  kadındı… Protestan  ve  Katolik kiliselerine  göre;  o dönemlerde  yaşanan  küçük  buzul  çağının  da  salgın  hastalıkların  da  sorumlusu  ‘’Cadı’’  olarak  nitelendirdikleri  kadınlardı  ve  bu  kadınlar  türlü  türlü  işkencelere  maruz  kalıyor, meydanlarda  diri  diri  yakılıyordu… Yüzyıllar  boyunca  yapılan  ‘’Cadı  avları’’  1780’lere  kadar  sürmüş,  özellikle  belli  kesimler  tarafından  rağbet  gören  meşhur  bir  geleneğe  dönüşmüştü…

Ölen  kocasının  yanında  diri  diri  yanmak  Hintli  bir  kadının  kocasına  karşı  son  göreviydi,  hatta  adamın  bir  kaç  karısı  varsa,  bunların  arasından  en  çok  sevdiği  karısı  onunla  beraber  yanardı… İngilizlerin  1829’da  yasakladıkları ‘’ Sati ‘’ Hindistan’ın  en  meşhur  geleneğiydi…

 

Tarihin ‘’ taş  üstünde  taş  baş  üstünde  baş’’  bırakmayan  milleti  Moğollar’ın komşu  boylarına  saldırıp  eşlerini   çalmaları  normal  sayılıyordu  da,  eşi  çalınan  Cengiz  Han’ın  karısını  geri  almak  için  savaş  başlatması   çok  anormal  olmuştu… Komşunun  karısını  çalmak  Moğollar’da  uzun  uzun  yıllardan  beri   çok  doğal  bir gelenekti….

İnsanoğlunun  sömürge  sistemindeki  en  büyük  hammaddesi  her  zaman  kadınlar olmuştu.. Dünyanın  her  yerinde  yüzyıllar  boyunca  kurulan  köle  pazarlarının   en  çok  rağbet  göreni  kadınların  satıldıkları  pazarlardı…  Sahipleri  tarafından  seçilerek  alınan  bu  kadınlar, artık  onların   istediği   her  şeyi  yaptırdığı  malları  idiler… On  altı yaşındaki   Kimya  Hatun  Orta  Çağ  Anadolu’sundaki  Celâleddin-i   Rumi’nin  Şems-i Tebriziye  hediye  ettiği  cariyesi  idi..  Ancak  çok  genç  olmasının  da  etkisiyle  Şems-i  Tebrizi’nin  yanında  kalmak  istemeyen  Kimya  Hatun, devrin  alimi  Eflaki’ye   göre;  ‘’Şems-i  Tebrizi’nin  öfkeli  bir  bakışıyla  boynu hareketsiz  kalıp  yere  yığılmış  ve  büyük  bir  acıyla  can  vermişti’’….

Zamanının  muhteşem   imparatorluğu  Osmanlı’nın  ay  yüzlü  güzeli  Mahidevran  Sultan,  oğlu  Şehzade  Mustafa,  babası  Kanuni  tarafından  öldürtülünce,  adeta  açlığa  terk  edilmiş,  ömrünün  son  yirmi  sekiz  yılını  yoksulluk  ve  acılar  içinde  geçirmişti.. Bu  durumu  O’nun  Kırım’ın  asil  prensesi,  Osmanlı  Padişahının  eşi  olması  da  değiştirememişti… Çünkü  O,  bir  kadındı  ve  hayatı  da  kaderi  de  kocasının  iki  dudağı  arasındaydı….

Papazın  “yakın”  dediği,   babasının  “yok  ol”  dediği,  kocasının  “boş  ol” dediği  kadınlar… Zaman  geldi  uçurumdan  itildi,  zaman  geldi  varillere  tıkıldı,  çoğu  zaman  da  öldürülesiye  dövüldü,  sessizce  gömüldü….

‘’Acizdir’’ dedi  John  Locke, ‘’vahşidir’’ dedi  Friedrich  Nietzsche,  ‘’kadın  olmak  talihsizliktir’’  dedi  Soren   Kierkegaard   böylece;  dibine   kadar  aşağılandı   filozofların  özlü  sözleriyle…

Gün  geldi, ‘’ bir  milleti  yok  olmaktan  kurtaran  dehanın’’ annesi   Zübeyde  Hanım  da   iffetine  atılan  iftiralardan,  hakaretlerden,  aşağılanmaktan  nasibini  aldı… Ölmüş  olmasının  bile  önemi  yoktu,  çünkü  O  bir  kadındı….

İnsan  olarak  doğdukları  dünyada  insan  gibi  yaşamak  istedi  kadınlar,  erkeklerle  aynı  işleri  yapıp  daha  düşük  ücret  almalarına  isyan  ettiler  bir  gün,  bunun  için  grev  yaptıkları fabrikayla  beraber  ateşe  verildiler  hunharca,  acımasızca…

Milenyum  çağında,  işinin  zirvesinde,  yetenekli  Gülse  Birsel  hanımefendi,  her sözleşme  için  masaya  oturduğunda,  kendisine  olması  gerekenin  çok  daha  altında  paralar  teklif  edildiğini  anlatıyor,   kadın  olması  dolayısıyla…..

Ne  zaman  bir   ortamlarda  sessizlik  olsa  ‘’ kız  doğdu ’’  dediler   pervasızca, yüzyıllarca….

Elbette,

‘’Kısa  çöp   uzun  çöpten  hakkını   alır’’ 

İnanmak  beklemekten  kolay....  

Sağlık  ve  mutluluk  dileklerimle….