Henüz mesleğinin başında bir gazeteciyim. Gazetecilik… Kimi zaman bir adım bile atamayacak kadar zorlayan, kimi zaman ise bir haberle insanların yüreğine dokunduğunu hissettiğinde dünyaların en mutlu insanı haline getiren bir meslek.

Ama her meslek gibi, gazeteciliğin de parlak ışıklarının ardında derin gölgeler var. 

Oysa gazetecilik, usta-çırak ilişkisiyle büyüyen bir meslek değil miydi? “Halkın haber alma hakkı” derken, bu hakkın peşinde koşanların haklarını kim savunacak?

 Haber peşinde koşturan genç bir gazeteci, yanlış anlaşılma korkusuyla cümlelerini tartarken, bir diğeri editörünün önünde bir haberin her kelimesini savunmaya çalışırken kayboluyor. Heyecanla yazılan haberler ya bir köşeye atılıyor ya da “Bu iş böyle yapılır” diye kesilip biçiliyor. İşin mutfağına yeni girenlerin hevesleri, tam da burada kursaklarında kalıyor.

Oysa gazetecilik sadece bir meslek değil, bir sorumluluk. Öğretmeden, paylaşmadan, yol göstermeden devam ettirilebilecek bir iş de değil. Bugünün genç gazetecileri, yarının tecrübeli isimleri olacaksa, onlara öğretilmesi gereken şey sadece haber yazmak değil; aynı zamanda etik, dayanışma ve mesleğin gerçek ruhu olmalı.

Belki de bu yüzden, gazeteciliğin içinde olan herkesin kendine şu soruyu sorması gerekiyor: Biz gerçekten gazeteciliği yaşatıyor muyuz, yoksa birbirimizi mi tüketiyoruz?