Sevgili Okuyucularımız Merhaba, Ülkemizde yaşanan 6 Şubat’ta ve tüm depremlerde kaybettiğimiz canlarımıza rahmet, yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum.
Siyah hiç bu kadar siyah olmamıştı. Zifiri karanlık dedikleri buymuş diye düşündü Nurcan… Her şey saniyeler içinde büyük bir gürültüyle bu korkunç karanlığa dönüşmüştü.
Oysaki bir kaç saat öncesinde, sıcacık evlerinde kardeşiyle okul hazırlığı yapıyorlardı. Henüz birinci sınıfta olan kardeşinin, boya kalemlerinin uçlarını tek tek açmış, kitaplarını yerleştirmişti. Beraber bir kez daha kardeşinin okuma bayramı kurdelesine bakmışlardı. Sınıfında ilk önce kardeşi okuma yazmayı öğrenmişti. Bu haber bütün ailede sevinç kaynağı olmuş; babası, kardeşi çok sevdiği için kestane almış, birlikte sobada pişirmişlerdi.
Kolunda büyük bir acı hissetti, üzerlerine düşen kitaplık ile yıkılan duvar arasında sıkışmıştı. "Gülcan" diye seslendi… Kardeşinden hırıltıyla karışık bir ses duyunca, ‘’Baba’’ diye bağırmaya başladı bütün gücüyle, bir kez daha, bir kez daha …. Bağırmaktan yorulmuştu artık, ama hala babasından ses yoktu. Öfkeyle karışık bir kırgınlık hissetti çocuk kalbinde, çünkü babası hiç böyle yapmazdı, her şeye hemen yetişir, kızlarının üzerine titrerdi. O çocuklarının kahramanı bir babaydı.
Yuttuğu tozlar Nurcan’ın nefes almasını zorlaştırıyordu. Ama o vazgeçmiyor, babasına sesini duyurmak için son gücüyle bağırmaya devam ediyordu. Boğazı iyice kurumuş, sesi kısılmıştı. Her şey çok karanlık ve soğuktu.. Bedeninde yavaştan başlayan titremeler gittikçe çoğalmış, çenesi kilitlenmişti. Göz kapakları büyük bir ağırlıkla kapandı. Kolundaki acıyı hissetmiyordu artık…..
Birden babasını yanı başında gördü, elinde bir bardak su, hemen suyu alıp içti, nasıl da susamıştı. Kendisini kucaklayan babasına sımsıkı sarıldı, bir an önce yatağına gidip güzel bir uykuya dalmak istiyordu… Ama ödevinin eksik olduğunu hatırladı, mutlaka yapmalıydı, çantasını açarken, kardeşinin yatağında olmadığını fark etti.. ’’Gülcan’’ diye seslendi, kendi sesinin yankısı ile irkildi, evleri bomboştu...
Nurcan gözlerini açtığında bir hastane odasındaydı, depremin üzerinden altı gün geçmişti, sağ kolunda serumlar vardı, annesini görünce çok mutlu oldu… Elinin ampute olduğunu annesi, doktor abiler ve hemşire ablaların yardımıyla günler sonra söyleyebilmişti Nurcan’a…. Babası, kız kardeşi vefat etmiş, evleri tamamen yıkılmıştı..
Şimdi daha büyük, tonlarca ağırlığın altındaydı Nurcan, küçük bedeni ve çocuk kalbiyle.. Büyük bir boşluk, her geçen gün daha da çok artan özlem.. Bayramlar, doğum günleri hep buruk geçecek, hep eksik olacaktı..
Evlerini görmeyi isteyen Nurcan’ın ısrarına annesi dayanamayıp, kızını kırmamak için enkaza götürmüştü. Nurcan yan komşuları Hamide’lerin evlerinin sağlam olduğunu görünce mutlu oldu. Bu O’nun için geçmişe kurulacak bir bağ idi. Komşu evin önünde bütün mahalle çocuklarıyla beraber evcilik oynamışlar, şarkılar söylemişlerdi. ‘’ Keşke Hamide’lerde misafir olsaydık o gece’’ dedi annesine..
Bir eşya bulma hayali ile gitmişti Nurcan oraya, bir terlik, bir kalem kutusu, ne olursa, yeter ki üzerinde kardeşinin, babasının kokusu, evlerinden bir parça, geçmişin izi olsun… Bulduğu bir çorap, bir havlu bile onun için büyük hazine, sarılıp eski günlere gidebilmenin anahtarıydı..
İlk zamanlarda yaşadıklarının etkisiyle uyumakta çok zorluk çeken Nurcan, şimdilerde uyumayı çok seviyormuş.. Çünkü en büyük kahramanı olan babasını ve biricik kardeşini sadece rüyasında görebiliyormuş… Onlarla rüyada buluşmak, eskisi gibi tam bir aile olmak için uyku en sevdiği, derin acılarında sığındığı limanıymış…..
Zaman bir çok şeyi unutturur derler, ama depremde unutulacak şeyler yaşamadı hiç biri. Ateş hepimizi, en çok da düştüğü yeri yaktı..