Geçtiğimiz günlerde hem iş hem de akrabam İsmail amcayı ziyaret amacıyla Ula’ya gittim. Çay ve otlu börek eşliğinde hoş sohbet eyledikten sonra İsmail amca bizi virane halde bir eve götürdü. Yıkık duvarlarının döktüğü taşların, ayaklarımın altında çıtırdamaları eşliğinde dikkatlice girdim bahçesine. Koca bahçenin köşesinde inzivaya çekilmiş yorgun bir nefer gibi duran yapının güzelliği ve bakımsızlığı karşısında şaşakaldım. Mutlu mavi ahşap renginin özüne gizlenmiş hüzün, yapıya farklı bir mânâ katıyordu. Her insanın hayalini süsleyecek bu yapının her zerresini zihnimle fotoğrafladım. İki katlı, önünde sulama havuzu, yan tarafında odunluğu ve tuvaleti bulunan bu tanıdık mimari; eski bir şarkıyı yıllar sonra o ilk heyecanla dinliyormuş hissi uyandırıyor insanın içinde.
İçeriye girdiğinizde önce ağır, keskin bir tezek kokusu sarıyor etrafınızı. Fakat bacasının yerinden tutun, gömme dolaplarının el işçiliği oymalarına dek her köşedeki yaşanmışlığı görüyorsunuz. Keskin tezek kokusunun sebebi, insanların bu müstesna yapıyı ahır olarak kullanmalarıymış. Burada tutulan hayvanlar dahi yerini yadırgıyordur diye düşünmeden edemiyorum. Koca bir tarih, eşsiz bir mimari cehaletimize, vefasızlığımıza, boş vermişliğimize teslim edilmişti ayan beyan.
Neden sonra öğrendim ki bu ev Nail ÇAKIRHAN’ın doğduğu evmiş.
Nam-ı değer Nail V.’nin…
Devamında, ne denli doğrudur bilemem ama rahmetli eşi Halet Çambel’in bu evi müze yapılması amacıyla belediyeye bağışladığını öğrendim. Muğlalı bir edebiyatçı olarak yoğun bir utanca büründüm. Bu müstesna yapının can çekişmesinden hepimiz sorumluyuz çünkü.
Nail ÇAKIRHAN adı; Akyaka mimarisini oluşturmasından ötürü sizlere tanıdık gelebilir. Hatta şanslı olanlarınız onun hiçbir mimari eğitimi almaksızın uluslararası bir mimarlık ödülü aldığını dahi bilebilir. Fakat tüm bunlardan daha da fazlasıdır Nail ÇAKIRHAN, gittiği her yeri güzelleştiren adamdır. Şairdir, derlemecidir, mimardır, halktan bir aydındır.
Bizim insanımız gariptir: Nail ÇAKIRHAN’ın büstünü diker ama onu tanımaz. Mesela 16 yaşında yazdığı bir şiirden ötürü yargılandığını, bu vesileyle Nazım Hikmet’le tanıştığını ve onunla 1+1=1 isimli şiir kitabını çıkarttığını, aynı zamanda Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet ile aynı koğuşta kaldığını kaçımız biliyordu?
Türkiye’ye döndükten bir süre sonra ilk milli sporcularımızdan arkeolog Halet ÇAMBEL ile tanıştığını, evlendiklerini, eşi ile birlikte Karatepe’ye antik kazı çalışmalarına gittiğini, su dahi olmayan bu kazı alanında eşeklerle su taşıyarak hiçbir mimari eğitimi olmadan bir açık hava müzesi inşa ettiğini, hatta okul bulunmayan bu köyde yöre halkının eğitimi için kendi çabasıyla okul açtığını, bir toplumun hayatını değiştirdiğini kaçımız merak eder de öğrenir?
İnsanların alaylarına rağmen Akyaka’ya ahşap bir ev yaptığını ve bu mimarinin günümüz Akyaka’sını oluşturduğunu, bu çalışmasıyla Ağa Han mimarlık ödülünü aldığını, kazandığı ödül parasıyla şimdilerde bahçesinde fotoğraf çekilip sosyal medyaya yüklediğimiz Konakaltı Kültür Merkezi’ni restore ettiğini, Türk Tarih Kurumu’nun ve Ankara Alman Lisesi’nin inşaatını yaptığını kaçımız duymuştu daha önce?
Neyse… Biz Akyaka’da azmağın keyfini sürelim. Aman tatil dönüşü trafiğe dikkat edelim. Pahalılığına isyan edelim fakat beride de durmayalım. Kültür şenlikleri tertip edelim. Çıntar toplayıp keşkek yiyelim bol bol. Sonra da kültürümüze sahip çıkmanın(!) huzuruyla böbürlenelim.
Biz; ilimizin değerine ve onun emanetine sahip çıkamamışız, onu anlamamışız, hissedememişiz. Evi ahır olmuş çok mu?!
”...Dinleyip diyecek çok. Fakat uzun söze vaktimiz yok…”
Kimse, halimizin ahvalini sorgulamaya niyetlenmesin! Cevabı, köhne vicdanlarımızda gizli…
“…Yürüyelim.”
Suat ÇAKIROĞLU