İnsan var olduğu sürece ötekileştirmeler ve haksızlıklar da eksik olmayacak, olmamıştır da nitekim. Şimdileri özgürlükler ülkesi olarak zihinlerimize dayatılan ABD; 1944 yılında insanlık ve hukuk katliamı gerçekleştirmiştir.
- yy ABD’si; beyaz-siyahi çatışmalarının yoğun olarak yaşandığı, beyazların devlet mekanizmasını arkasına alarak mazlum siyahilere insanlık dışı politikaları dayattığı bir yerdir. Güney Carolina eyaletinin Alcolu kasabasında da durum ülke genelinden pek farklı değildir. Siyahiler; beyazların belirlediği alan içerisinde yaşamak zorunda bırakılmış, sosyal hakları beyazlara göre oldukça sınırlandırılmıştır.
Vaziyet böyleyken; 1944 yılında iki küçük beyaz kız (Çocukların ırkı yoktur, ancak yazının taraflarını aktarabilmem için ırksal ifadeler kullanmak zorundayım.), çiçek toplamak için bisikletleriyle gezerken Stinney kardeşlerle karşılaşır ve bir süre onlarla sohbet ederler. Fakat iki küçük kız, o akşam evlerine dönmez. Kasabanın beyazları her yerde küçük kızları arar. Kızların cansız bedenlerini siyahilerin yaşam alanı içerisinde, üstelik Stinneylerin evinin yakınında bulurlar.
Bunun üzerine deliye dönen beyazlar, polislerin eşliğinde soluğu Stinneylerin evinde alır. Henüz 14 yaşında olan George Stinney; küçük kızları, kardeşiyle birlikte bir gün önce gördüklerini, sonrasında karşılaşmadıklarını, öldüklerini öğrenince çok üzüldüğünü anlatır. Polis bu ifadeden tatmin olmaz. Sırf kızların son konuştuğu kişi George olduğu için, katili bulduklarından emin bir şekilde onu tutuklar. Onu; ailesiyle görüştürmez, yasalarında mevcut olmasına rağmen ona avukat desteği sağlamaz. Günler sonra, suçlamaları kabul ettiği iddiasıyla mahkemeye sevk eder.
Küçük kızların tecavüze uğradıkları ve ağır bir cisim darbesiyle öldükleri saptanmıştır. Ancak George’nin aleyhine hiçbir delil bulunmamaktadır. Bir gün içinde tamamı beyazlardan oluşan bir jüri oluşturulur. Hatta jüri üyelerinden biri, öldürülen kızların akrabasıdır. Mahkeme mecburen George’yi savunması için bir avukat görevlendirir. Bu avukat hiçbir savunma yapmaz.
İki buçuk saat süren duruşma sonucu on dakikada karar verilir: “ George Stinney’in elektrikli sandalye ile idama mahkum edilmesine…”
George, ABD’de idam edilen en küçük kişidir. (İnsan, “Bari yaşını büyütüp idam etselermiş.(!)” demekten kendini alamıyor.)
Neticesinde George hücreye hapsedilir ve idamını beklemeye başlar. Ailesi de 50 mil uzaklıktaki bir kasabaya sürgün edilir ve George ile görüşmelerine izin verilmez. George, yapayalnızdır. George 83. günün sonunda; kucağında İncil’le, arkasında görevlilerle ölümüne yürür.
Sanki yeni bir film gösterime giriyormuşçasına tüm beyazlar yerini alır. George’nin boyu; elektrikli sandalyenin mekanizmasına erişmesine yetmez, kucağında taşıdığı İncil’in üstüne oturturlar onu. O kadar küçüktür ki, kol kemerinin son raddesi dahi ona bol gelir. Elektriğin vücuduna verilmesiyle, sol kolu kemerden kurtulur ve yüzüne bol gelen maske düşer. Dört buçuk dakika sürer George’nin ölmesi. Haksız yere ve acı içinde 83 gün+ dört buçuk dakika…
George; aleyhine hiçbir delil olmamasına, kardeşinin tanıklık yapabilecek olmasına, fiziğinin küçük kızlara ağır bir cisimle öldürücü darbeyi vurabilecek kapasitede olmamasına rağmen infaz edilir. Stinney ailesi, çocuklarının cesedini dahi göremez.
2013 yılında ailesinin talebiyle George Stinney davası tekrar açılır. Bu yargılama sonucu George, manevi olarak beraat eder. Bana soracak olursanız; mahkeme George’yi değil, hukuksuz kararından ötürü kendini aklamıştır.
“Gerçeklerin birgün ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.” safsatasını bir kenara bırakıp “Gecikmiş adalet, en büyük adaletsizliktir.” cümlesinin sonuna vuruyorum baltamı.
Tüm bu süreç, 2014 yılında “The Current: The Story of George Stinney” isimli kısa metrajlı bir filmde anlatılmaktadır. Bu filmin Türkçe altyazılı hali mevcut değil. Umarım, bu vesileyle filmi izleyip de dilimize çevirir birisi. Amerikan dizilerini çevirmekten fırsat bulabilirsek kesin çeviririz bence.
Ben George’nin hikayesiyle tesadüfen karşılaştım. Hukuk fakültelerinde kanunlardan bahsedildi bize. Onların ortaya çıkmasını sağlayan ve onları uygulatan vicdanımızdan söz etmedi kimse.
Neyse boş verelim bunları. Ayfonumuzla feysbuktan Amerika’yı lanetleyelim. Kolanın vücudumuza zararlarından konuşalım saatlerce. Yeri geldiğinde boykot edelim Amerikan malı kıyafetlerimiz üzerimizdeyken. Sevinçlerimizi, dolar endeksine bağlı tutalım mesela. “Adamlar bizden çok ileri hocam.” geyiğini yapalım bacak bacak üstüne atarak. Aman ilerlemeyelim, onların yaşamına özenmekle bitirelim ömürlerimizi.
George mu? O hala 14 yaşında. Büyümüyor ölü çocuklar…
Suat ÇAKIROĞLU