Bir milletvekilinin Ermeni soykırımının tanınması amacıyla kanun teklifi verdiğini kamuoyuna açık kaynaklardan öğrendik.
İşin aslına bakarsanız, bir soykırımın olup olmadığını en iyi Ermenilerin bilmesi icap eder. Zira bir soykırım olsa sanırım o soykırımı yapan Millet'in Meclisinde buna dair bir kanun teklifi verecek kimse olmazdı herhalde.
Bu gün gözümüzün önünde Rusya Ukrayna savaşı oluyor ve aynı kökten, aynı siyasi kültürden, aynı dinden o dinin aynı mezhebinden insanların işin içine savaş girdiğinde nasıl acımasızlaşabildiğine şahitlik ediyoruz.
Peki 1915'de biz ne yaptık. Yedi düvel ile savaş halinde iken cephe gerisinde bizi arkadan vuran Ermenileri tehcir ettik yani zorunlu göçe tabi tuttuk. Zira Ermeni azgınlığı tahammül sınırlarını öyle zorlamakta idi ki bu günün şartlarında bile tehcirin yumuşak bir tedbir olduğunu söylemek pek abartılı olmayabilir. Biz ise altı vilayetteki Ermenileri yine o dönem Osmanlı toprağı olan Suriye'ye gönderdik.
Örneğin İstanbul Ermenileri tehcire tabi tutulmadık.
Ermeniler sadece tehcir öncesinde değil, tehcir sonrasında da azgınlıklarına devam etmiştir. Ermenilerin neler yaptığına dair çarpıcı örneklerini Sevr Anlaşması sonrasında Adana'nın Fransızlar tarafından işgalinden sonra bölgeye tehcirde dönen Ermenilerin caniliklerini bizzat Ermenilerin hatıralarından öğrenebilirsiniz. Gerçekten de bu gün Saimbeyli olarak bilinen şirin ilçemizin o tarihte adı Haçın idi ve Fransız işgalinden sonra Karabet Çallıyan isminde bir Ermeni, kaymakam olarak atanmıştı. Gözü dönmüş Ermenilerin Haçın'da neler yaptığını bizzat o Ermeni Kaymakamın kaleminden öğrenebilirsiniz. Öğrenirsiniz de yaptıklarını insanın insana yapabileceğine ihtimal verir misiniz bilmem. Örneğin kaynar kazanlara çocukları atıp diri diri pişirip onların etini annelerine yedirmeye çalıştıklarını bizzat Karabet Çallıyan'ın kaleminden okuduğunuzda mideniz yerinde kalır mı bilmem.
Taşnak komitelerinin yaptığı mezalimin yenilir yutulur tarafı yoktur. Zira Ermeniler tarafından olaylarda tahminen beşyüzbin civarında Müslümanın şehit edildiği bilinmektedir. Tehcir sırasında Ermenilerin arasında bir takım ölümlerin olduğu bilinmektedir. Ancak bu hiç bir zaman bir soykırım boyutuna ulaşması söz konusu değildir.
Osmanlı Saray muhiti Türklere "Etrak-ı Bî İdrak" derken Ermenilere "Millet-i Sadıka" demeyi tercih etmiştir. Evvela Ermeniler buradan tehcire maruz kalma safhasına nasıl geldiklerini kendileri dönüp sorgulamalıdır.
Meselenin hukuki boyutu ise bambaşkadır. Bilindiği üzere soykırım bizim Ceza Kanunumuzda da düzenlenen bir suçtur. İlk olarak da 1948 Roma Sözleşmesi ile tanımlanmıştır. Kanunsuz suç ve ceza olmaz temel prensibinin doğal sonucu olarak sözleşme öncesinde gerçekleşen olaylarla ilgili olarak "soykırım" tanımını yapmak mümkün değildir. Zira sözleşme öncesi yaşanan olaylarla ilgili nereye kadar gidilecektir. Örneğin 1812 ilâ 1922 yılları arasında Balkanlardan beş milyonun üzerinde Türk göç etmek zorunda kalmış tahminen üç milyonun üzerinde soydaşımız göç sırasında şehit düşmüştür. Dünya bu konuda suskun bizler ise İmparatorluk bakiyesi olmanın vakarı ve toprak kaybetmiş olmanın mahzunluğu içinde bu konuyu hiç açmama yolunu tercih etmekteyiz. Öte yandan Ahıska ve Kırım Tatar Sürgünleri gerçek manada bir soykırım iken bunların hiç biri anılmamaktadır. Bu konunun emsallerini çoğaltmak mümkündür.
Adalet Bakanlığında görev yaptığım yıllarda her yıl bazı devletler tarafından soykırım inkarını suç sayan bazı kanuni düzenlemeler olur buna dair Meclisimizde ortaya çıkan tepkiler kapsamında, soru önergesi yahut kanun tekliflerine ilişkin Bakanlık görüşlerini hazırlardım. ( Kanun teklifleri bakımından o Bakanlık görüşleri daha sonra Hükümet görüşü olarak Meclise gönderilirdi.)
O tarihlerde bir milletvekili buna temas ederek o zaman Kabil'in Habil'i öldürmesi de bir soykırımdır. O halde Kabil'in torunları da cezalandırılmalıdır diyerek kanun teklifi vermişti olayı biraz da alaya alarak.
Biz bir ve güçlü olmadığımızda bu tip toprak ve tazminat koparma hedefine matuf çıkışların olması mukadderdir.
Bu vesile Meclisimize düşen de söz konusu kanun teklifini veren Milletvekili içinden atmak değil bunu bir fırsata çevirmek olmalıdır diye düşünüyorum. Konunun uzmanlarını getirtip objektif bir değerlendirme yaparak sonucu dünyaya ilan etmelidir.
Sakince bağırmadan, kavga etmeden konunun hukuki ve tarihi perspektifi bilimsel verilerle ortaya konulmalı bu konuda sabırlı bir çalışmalar yapılmalıdır.
1915 tehcirine getiren olayların karşılıklı büyük acıların yaşanmasına sebebiyet verdiği bir vakıa olup, karşılıklı kırım olarak niteleyebileceğimiz "mukatele"den ibaret olduğunu gözden ırak tutmamalıyız.
Bu vesile cümle dostları saygı ve muhabbetle selamlıyorum.