Bazı kişiler hayatta çok ezilmiş olmayı, çok çileli hayat yaşamayı olgunlaşmak olarak görür. Oysaki gerçek asla öyle değildir.

Şöyle ki; bazı üreticiler limon, hurma, muz gibi meyveleri tam olgunlaşmadan ağaçtan toplar ve uygun ortamlarda muhafaza ederek, pazarda, reyonlarda tüketicilerin beğenilerine sunarak ulaştırırlar. Bunun nedeni, tüketiciye varana kadar çürüyüp, bozulmasını önlemek aynı zamanda meyve ve sebzenin albenisini kaybetmesini önlemektir.Ancak o meyvenin hiçbiri dalında olgunlaşan kadar tatlı olmaz.

Çoğu insan da böyledir. İstemeden gereğinden fazla ezilip, dert çekse de; aile içinde, kendi yaşam alanında insani koşullar altında gelişip, büyümezse olması gereken olgunluğa erişimi tam anlamıyla gerçekleşmesi mümkün olmaz. Kendi yaşam ortamında olgunlaşmayan kişinin de bir yanı ya tatlı, bir yanı ya ekşi olur, bir yanı azda olsa mutlaka yaralı kalır.

“Gönül vermeyi cüzdanındaki on kuruşu vermek gibi sanmak” sözüne ne kadar da benziyor değil mi? Gönül kendi gider gideceği yere, bize mi soracak hangi güle konacağını demezler mi sonra? O nedenledir ki çoğu kişinin yaşadığı hayat, çektiği çileli günlerin her bireyin içinde ayrı yer etmiştir. Bilemeyiz o bedenin içindeki yüreğe ne derece zarar vererek delip geçtiğini, iz bıraktığını. Kimimiz bu sebeple hayvanları çok severiz, ağzı var dili yok diye ayrı sempati duyarız çoğu insana çok çirkin gelen sokak köpeğine. Evinde hamster besleyenlere hoşgörülü bakabilmemiz kim bilir bu sebeptendir belki.

“Herkesin vardır mutlaka bir yarası, bu yaranında vardır elbet bir perde arkası” ne kadar yerinde bir ifade. Kapanmayan gönül yaralarından oluşmasın yaralarımız sadece, her bir yaranın elbette bir ilacı mutlaka vardır. Her gecenin sonunda doğan bir güneş olduğu gibi tüm çekilen çilelerin de bir son bulduğu gün mutlaka vardır. Her makamdan, sahip olunan mevkiden nasıl gün gelip düşüş yaşandığını biliyorsak her yolun bir sonu olduğunu da iyice idrak etmek gerekiyor. Sabretmeyi bilmek gerekir, belalar, sıkıntılar geldiyse başımıza sabredip vaktinden önce baharın gelmeyeceğini hatırlamamızda fayda var. Unutmamamız gerekir ki gecenin en karanlık vakti güneş doğmadan az öncesidir denir. Ve yine unutmayalım ki her kışın ardı bahardır. Bugün günümüzde sadece bahardan karşımızdaki kişilerin faydalandığını zannetsek de işin özünün o şekilde olmadığını görüp anlamak için erişmiş olmaya gerek kalmadığına da şahitlik ediyoruz bazen.

114 araç kolluk kuvvetlerine teslim edildi 114 araç kolluk kuvvetlerine teslim edildi

Unutmayalım; Allah kimseye dayanabileceğinden fazlasını yüklemez. Her zaman “Mevla’m dağına göre kar verir.” Denmez mi? Akıllı insanlar düşündükleri her şeyi söylemezler ama söyledikleri her şeyi düşünürler. Çoğumuzun aklından kim bilir ne düşünceler geçiyor, ne fırtınalar kopuyor sessiz sedasız gibi görünen yaşantımızın bilinmeyen anlarında.

Evsiz barksız kalmayan ne bilir kar da kış da dışarda kalmanın zorluğunu, bir eli yağda bir eli balda yaşam şartları standartların epeyce üstünde olan kişiler ne bilir sebze meyve pazarı sonrası kalanlardan Pazar ihtiyacı görmeyi, altında baba yadigarı son model aracı olan ne bilir yağmurlu havada yürüyerek okula gitmek zorunda kalan öğrencinin ıslak paçalarla sınıfa girince yaşadığı mahcup düşülen duygularla ne mücadele edildiğini. Mücadelede yenik düşen kişi, o gün girdiği odaklanma sorunu yaşadığı o derste işlenen konular belki hayatının dönüm noktası olan sınavda çıkacak  konuların  işlendiği gün olabilir nerden bilsin.

Özetle söylemek gerekirse kimse kimsenin ne yaşadığını, ne düşündüğünü, nasıl yaşam sürdüğünü bilemez. Her dert herkesin içinde aynı yarayı bırakmaz, eşit şekilde tahrip etmez, kimisine gömlek olan kimine fistan gelir bilinmez. “ Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” hadisini kulağımıza küpe edelim gerisi hikaye…

Sevgiyle…

Editör: Gazete Muğla