Halk nezdinde yangınlarda dayanışma ruhumuzun ortaya çıktığından söz etik durduk bu süreçte.

Bu dayanışmanın, siyasi unsurların birlik ve beraberlikten uzak yaklaşımlarının ortasında gerçekleşmesi de cabasıydı.

Türk siyaseti, “ben sahadaydım”, “biz sahadaydık, o sahada değildi”, “uçak yoktu, helikopter yoktu” şeklinde sürekli ortaya konan ayrıştırıcı üslupla sözde mücadele verdi bu yangınlarda.

Bu kadar ayrıştırılmaya çalışılan bir toplum ve bu ayrışmanın önünü açan siyasi yapılarla, biz hangi felaketler ya da seferberlik gerektiren konulara karşı milli bir refleks koyabileceğimizi açıkçası merak eder olduk.

Özellikle de son çeyrek yüzyılda yaşıyor olduğumuz siyasi yapımızla.

Bizler bu yangınlarda karpuz gibi ortadan ikiye ayrılmış bir Türk siyaseti ve o ortadan bölünmüş karpuz vaziyetine dönüştürülmeye davet edilen toplum yapısına şahitlik ettik.

Bu duruma, ben diyeyim şikayet siyaseti, siz deyin provokasyon siyaseti.

Bu süreçte yanlışlarımızı görme fırsatı bulsak da, bunu kabul eder bir yapıyı da görmek isterdik.

Kimse yoğurdum ekşi demedi, demiyor.

Bilakis şov üstüne şov.

Yunanistan’daki yangında eksiğini, ihmalini gören yetkililer çıkıp ülkesinden özür dilerken, biz de hala kısır çekişmeler üzerinden yürütülen bir süreç hakim.

Bu da demek oluyor ki, liyakat olmazsa olmazmış hem de her alanda.

Hele ki liyakatli siyasete ulaşmış olsak tadından yenmeyecekmiş.

Ülkemizde yanlışı kabul etmez gibi bir görüntü veren bir irade hakim olmuş olsa da, yanlışın üzerine yanlışla giden bir yapının da varlığından hoşnut değiliz.

Tamam, yangına müdahale anlamında ciddi düzensizliklerimiz ve eksikliklerimizin olduğu aşikar ama bu olumsuzluklara böyle bir ortamda körüklemeye çalışmak da bir o kadar yanlış.

Bakınız bu ateşin altını harlatır şekildeki üslup ve ifadelerden sahada görev yapan basın mensuplarımız da nasibini aldı.

Olayları kaşıma yönünde başvurulan yöntemler nedeniyle toplum provokasyona çok açık hale geldi. Bu amaca hizmet eden bazı kesimler ise, ekmeğini kamuoyunu bilgilendirme görevinden elde eden muhabirlerin darp edilmelerine sebebiyet verdiler.

Emekçinin çalıştığı kurumların yönetime kızanlar sahadaki emekçiye saldırdı.

Bunlar gerçekten üzücü olaylardı.

Bütün bunların dışında, kurumlarımızın filolarında yer alan ya da sonrada ilave edilen kara ve hava güçlerimizin tek bir amaca hizmet ettiğini bildiğimiz halde, benim helikopterim seninkinden daha güzel noktasına varan sığ siyaset yöntemlerine de şahit oluyoruz.

Neydi o amaç?

Orman yangınlarına müdahale etmek, yangınları söndürmek.

Oysaki ‘Senin helikopterin, benim helikopterim’ mevzusu değil bu mücadele.

Bu mücadele topyekûn bir mücadele.

Vatan savunması niteliğindeki bir mücadele.

Bu mücadeleyi fırsata çevirmeye kimsenin hakkı yok, olmamalı.

***

Bunun en bariz örneğini bugün Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından servis edilen bir haber de gördük.

Haberin başlığı; “Büyükşehir’in kırmızı helikopteri alevlere 4 günde 322 kez su bıraktı”

Şaka gibi.

Hani şu WWF-Türkiye Doğal Hayatı Koruma Vakfı adıyla faaliyet gösteren bir vakıf tarafından kiralandığı ve Büyükşehir Belediyesi’nin kendisi kiralamış gibi görüntü verdiğine yönelik sosyal medya tartışmalarına yol açan kırmızı helikopter.

Büyükşehir Belediyesi’nin haberine istinaden soruyorum:

Bu helikopter ne için gelmişti ki?

Bu helikopterin görev yaptığı 4 günden önce su bırakan başka helikopter yok muydu?

Su atmak dışında ne yapması bekleniyordu?

Muğla’ya kiralanma amacı yangınlarla mücadeleye takviye olması değil miydi?

Yani buradan şunu mu anlamalıyız:

“Belediyenin kiraladığı helikopter çok su attı, Orman’ın helikopterleri daha az su attı.”

Ya da, “Bizim kiraladığımız helikopter olmasaydı bu yangınlar sönmezdi.”

Buna ne gerek duyuldu anlamak mümkün değil.

Tamam, anlıyorum, bu süreçte yapılan her türlü girişim, her türlü takviye, her türlü mücadele elbette çok kıymetli ama bu mücadele yukarıda da belirttiğim gibi topyekûn bir mücadele.  

Bu girişimde bulunan Büyükşehir Belediyesini kutluyoruz fakat hala daha Muğla ağzıyla söylemem gerekirse, hora geçirmek de neyin nesi?

Bu helikopteri bu mücadelede ayırıyor olmanın altında bile bir algı oluşturma çabası, ortadaki çıbanı kaşımaya çalışmaktan öte nasıl bir anlam ifade edebilir ki?

Tekrar ediyorum sadece bu helikopter mi değil, her insanımızın, her ekipmanın, her aracın, her görevlinin orman yangınlarıyla mücadelede verdiği katkı elbette yadsınamaz.

Ancak bir kırmızı helikopteri ayrı tutmak, bugüne kadar yangın sezonlarında yöremizde başarıyla görev yapan diğer helikopterlere ve ekiplerine haksızlık olmaz mı?

üç kuruş fazla olsun, kırmızı olsun tamam anladık da, bu haberdeki kırmızı ibaresiyle bile ayrışmamızı ortaya koyduğumuz bir ortamda, bizim bu yangını kontrol altına alabilmemiz bile mucize.

Buna şükretmeliyiz.

Şimdi Orman Teşkilatından da, yangınlar boyunca yapılan hava gücü sortileri ve attıkları su oranıyla ilgili bilgi talep ediyoruz.

Şuna da değinmeden geçmek istemem.

Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim etmek gerekir. Orman yangınlarıyla mücadele sürecinde Orman Teşkilatımızın çalışmalarında eksiklikler göze çarpmış olabilir ama Orman Bölge Müdürlüğü Basın Biriminin bilgi ve görsel akışındaki başarılı çalışmaları takdire değerdi.

Gece saatlerine kadar aralıksız olarak ayrıntılı bir şekilde bilgi akışı sağlayan Orman Bölge Müdürlüğü Basın Birimi görevlilerini kutluyorum.

Bu sürece katkı olan her türlü girişim, emek ve desteğe teşekkür ederken, ayrışma içeren tutum, yöntem ve girişimleri doğru bulmadığımızı belirterek sonlandırayım.