Türkiye’nin çok partili demokrasiye uyum sağlayıp sağlayamadığı, günümüzde dahi tartışılan bir konu. Bu soruyu tarihsel bir perspektifle ele aldığımızda, Mustafa Kemal Atatürk dönemi ve sonrasındaki gelişmeler oldukça dikkat çekici ipuçları sunuyor.

1923-1938 yılları arasındaki Atatürk dönemi, Türkiye’nin savaştan çıkmış, yokluklarla boğuşan bir ülke olmasına rağmen, kalkınmaya yöneldiği bir dönemdi. Atatürk, güçlü bir lider olarak, bağımsızlık mücadelesi sonrası Türkiye’yi yeniden ayağa kaldırma hedefiyle sosyal ve ekonomik alanda dev yatırımlara girişti. Bu dönem yalnızca sanayileşme ve eğitim alanında değil, kadın hakları, hukuk reformları ve modernleşme gibi köklü değişimlerle de Türk milletinin yüzünü güldürdü. Tüm bu reformlar, tek parti yönetiminin istikrarlı yapısıyla mümkün oldu.

Atatürk’ün vefatının ardından ise Türkiye, II. Dünya Savaşı’nın zor yıllarını geçirdi ve 1950’ye kadar ekonomik ve sosyal anlamda büyük bir gelişim gösteremedi. 1950’de çok partili sisteme geçiş ve Demokrat Parti’nin iktidara gelişiyle, bu yeni sistemin avantaj ve dezavantajları su yüzüne çıkmaya başladı. Ancak 1960 darbesi, çok partili hayatın sancılı yanlarını gözler önüne serdi. Darbe sonrası istikrarsızlık, iktidar ve muhalefet arasındaki sert çekişmelerle birleşince, ülke içinde huzur arayışı ve demokrasiye duyulan güven sarsılmaya başladı.

1960 darbesi sonrası süreçte, Türkiye yeni bir demokratik yönetime geçse de siyasi belirsizlik ve ekonomik sorunlar devam etti. 12 Eylül 1980 darbesine kadar süren bu dönem, siyasi kutuplaşma, ekonomik krizler ve toplumsal çatışmalarla anıldı. Ardından 1980 darbesi geldi, ancak kısa bir süre sonra tekrar çok partili hayata dönüş yapıldı. 1980 sonrası süreçte Türkiye’de demokrasi tekrar güç kazanmaya çalışsa da siyasi yasakların kalkması ve partiler arası çekişmeler, ülkeyi yine istikrarsız bir yapıya sürükledi.

Son olarak, 2002’de iktidara gelen Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi, Türkiye’yi hem ekonomik kalkınma hem de siyasi kutuplaşma açısından başka bir döneme taşıdı. Erdoğan’ın uzun süren iktidarı boyunca Türkiye’de hızlı bir ekonomik büyüme yaşandı, altyapı ve sağlık gibi alanlarda büyük yatırımlar yapıldı. Ancak bu dönemin, siyasi kutuplaşmalar ve özgürlükler konusundaki tartışmalarla gölgelendiği de bir gerçek.

Türkiye’nin çok partili sisteme geçişle birlikte kazandığı kazanımlara karşın, istikrar ve huzur arayışının bitmediği bir tablo karşımızda duruyor. Tek partili dönemde ülkenin hem ekonomik hem sosyal açıdan gösterdiği yükseliş, çok partili hayata geçildikten sonra aralıklarla yerini istikrarsızlıklara, darbelere ve siyasi kargaşaya bırakmış durumda. Belki de Türkiye’nin en büyük sorunu, demokrasiye değil, demokrasiyle birlikte gelen uzlaşı kültürüne tam anlamıyla adapte olamamış olması.

Bugün baktığımızda, Türkiye’nin çok partili sistemde hem başarılar hem de krizlerle yoğrulmuş bir hikayesi var. Ancak, bu sistemin tüm yönleriyle Türkiye’ye uygun olup olmadığı hala tartışmaya açık bir soru. Belki de 1923-1938 döneminin istikrar ve kalkınması, Türkiye’ye özgü bir yönetim modeli arayışını hatırlatıyor.

Tandoğan Uysal