Ormanlar yanar. Sonra o yanan alana devasa bir otel tesisi dikeriz.
Deprem olur. Bir sürü canlar aramızdan ayrılır. En büyük suçlusu çıkarılan imar afları ve siyasiler olur.
Dereler, akarsular, denizler kirlenir. Yine suçlusu bizim seçtiklerimiz olur.
Soluduğumuz havayı, atmosferi zararlı gazlarla kirleterek, bir yerde yaşamımıza kast ederiz. Yine bizim seçtiklerimizi görevini yapmadıkları için suçlarız.
Et’ten, balığa, konserveden aklınıza gelebilecek her yiyeceklerimiz iyi sağlık kontrolünden geçirilmediği için her yıl binlerce kişinin kanserden öldüğü yazılır, çizilir.
Yine suçlusu bizi yönetenler olur.
Ya biz çok kötü kalpliyiz. Ya da onlar.
Bize bu kadar kötülük yaptıklarına inandıklarımızı hem alkışlıyoruz. Hem de ağzımıza ne gelir ise onlara verip veriştiriyoruz. O da yetmiyor. Onlara minnet, saygı ve sevgi duyarız. Onlarla fotoğraf çektirmek için adeta yarışırız.
Seçimler geldiğinde de miting alanlarında onlara büyük sevgi ve minnet duyguları gösteririz. Tabi ki oyumuzu da kullanırız.
Hep düşünmüşümdür. Türkiye’deki bu aşkın ve tezatın nedeni nedir diye?
Bir yerde yanlışlık var. Ancak sanırım kimse de bu aşkı çözememiştir.
Bu ülke de böyle bir aşk ve tezatlar var.
Ne diyelim biz böyleyiz. Bunu da kimse bugüne kadar değiştiremedi.
Tabi ki haliyle bunu okuyanlar belki her ülkede bu aynı diyebilir.
Açıkcası 40 yıl yaşadığım İsveç’te ve diğer Avrupa ülkelerinde böyle örneklere tanık olmadım.
En azından yanan ormanların yerine kimse devasa oteller yapmıyor ve o ülkenin vatandaşları seçtikleri siyasetçileri böyle suçlamıyor.
Tandoğan Uysal