Muğla’nın tarım arazilerine bakıp, düşündüklerim

İzmir’de üniversitede okurken paraya ihtiyacım olunca, babam Amik Ovası’ndaki on dört dönümlük tarlamızı satmak zorunda kalmıştı. O tarlanın satıldığına hala üzülürüm. Çünkü bizim için maddi değeri kadar, manevi değeri de vardı.

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımdan hatırlarım, babam bir yıl pamuk, bir yıl buğday ekerdi. Hasat zamanı bizi de götürürdü. Biçerdöverlerin tarlanın ortasına yığdığı buğday tepeciklerinde oynardım. Hatta bir defasında ağabeyimin kürekle havaya savurduğu buğday tanelerinden biri kulağıma kaçmış, doktorluk olmuştum.

Pamuk hasadı zamanı da gitmişliğim vardır. Ellerime dikeni bata bata pamuk kozalarını toplamıştım. O sıcakta tarlanın tozu toprağı ne de çok kaşındırırdı insanı.

O tarlada ailemizin tüm fertlerinin emeği vardı. Sattık gitti. Birkaç yıl önce, belki o tarlayı da içine alan koskoca bir havalimanı yaptılar oraya. Çok yağmur yağdığında, Asi Nehri taşınca su basıyor. Zaten eskiden de su basardı tarlaları. Su bastığında denize dönen tarlalardan ürün almak mümkün olmazdı o sene.

Muğla’nın merkez ilçesi Menteşe’de, yerleşim alanının ön tarafındaki buğday tarlaları ile meyve-sebze bahçelerini görünce hep Amik Ovası’ndaki tarlamızla, köyümüzdeki bahçeler geliyor aklıma. “İnşallah bu tarlalar, bahçeler hep böyle kalır, insanlar para hırsına yenilip, satmazlar” diyorum, içimden.

Çünkü ülkemizin birçok şehrindeki en verimli tarım arazileri bu yüzden şuan betonlarla kaplanmış durumda. Adana’da, Mersin’de, Hatay’da, Bursa’da, Balıkesir, Manisa’da ve daha birçok yerde azar azar, yavaş yavaş, günden güne tüketmişler, binalarla doldurmuşlar en verimli toprakları.

Semt pazarına gittiğimde özellikle köylerde yetiştirilen sebze ve meyvelerden satın alıyorum. Alışveriş yaparken de satan kişiyle kısa süreli sohbetler yapıyorum. Hangi köyde yaşadığını, ürünlerini pazara nasıl taşıdığını, para kazanıp kazanamadığını soruyorum.

Açık yüreklilikle konuşup, sorularımı cevaplayan insanlarımızın çoğunluğu yaşlı kişiler. Toprak insanı. Ekip, biçen, bir domatesin, bir patlıcanın nasıl bir emekle yetiştirildiğini çok iyi bilen kişiler. Onlara ayrı bir saygı duyuyorum ve alışveriş yaparken de kesinlikle pazarlık yapmıyorum. Çünkü orada yalnızca bir kilo salatalığı, biberi, domatesi değil, aylar süren bir emeği de satın aldığımı biliyorum.

Muğla’yı ve Muğla’da yaşayanları da bu anlamda şanslı görüyorum. Çünkü İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirdekiler, buradakiler gibi bir gün önce bahçeden toplanan sebzeyi, meyveyi taze taze yeme imkanı bulamıyorlar. Fiyatlar ise, daha ucuz olmasını bekleyenler için belki pek farklı değil ama tazeliği tüketici adına avantaj sağlıyor.

Ve hep kendi kendime diyorum ki, memlekette herhangi bir sorun çıksa, insanlar gıda sıkıntısı yaşasa, Muğla’da yetiştirilen tarım ürünleri hem burada yaşayanlara yeter hem de başka şehirlerdekilere takviye çıkar.

Bu arada bağda, bahçede üretilen sebze, meyve ve bakliyat ile hayvansal ürünlerin, Muğla’nın kıyı ilçelerinde yaşayanların önemli bir ihtiyacını karşıladığını da göz ardı etmemek gerekir.

Bu nedenle Muğlalıların sahip olduğu araziler, tarımsal üretim konusunda büyük önem taşıyor. Ayrıca bu sakin ve güzel şehrin, rant peşinde koşan, kendi cebinden başka bir şey düşünmeyen, aç gözlü müteahhitler eliyle ileride betona gömülmemesi için de, bu arazilerin şuanki sahipleri tarafından amacına uygun kullanılmaya devam edilmesi de tek çıkar yol olarak görünüyor.

Bu doğrultuda düşünüldüğünde ise Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün’ün toprak sahibi çiftçiye hitaben söylediği “Toprağını satma, ürününü sat” sözünde derin bir anlam yatıyor. Bu yüzden hem bu toprakların insanı hem de yirmi iki yıldır Muğla’yı yöneten bir kişi olarak dünü ve bugünü bilip, ileriyi gören Başkan Gürün’ün öneri ve uyarılarını yabana atmamak gerekir.

Ve ülke genelinde tarım arazisi sahibi olanların yanı sıra, bu arazileri hoyratça heba eden ve etmeyi düşünenlere de, başımıza gelen koronavirüs belası nedeniyle birkaç ay önce nasıl aç kalma korkusuyla marketlere hücum ettiğimizi hatırlatmakta fayda görüyorum.