İrfan Akalp, "İç Kalem" adlı eserinde geçmişle şimdiyi, şimdiyle geleceği iç içe geçirerek okurlarını derin bir yolculuğa çıkarıyor. 1970'lerden başlayıp 2000'li yıllara kadar uzanan bu hikâye, Akalp'in inşa ettiği Yıkıntılar Müzesi'nde geçiyor. Müzede, kişisel hatıralarla harmanlanmış, dönemin izlerini taşıyan fotoğraflar, gazeteler, ölüm ilanları ve cinayet haberleri gibi detaylar karşımıza çıkıyor. Yazar, bu sırada Ankaralı Celal ile Muğlalı Meryem'in aşk hikâyesine de tanıklık ettiriyor.
Her romanın bir anlamda yazarın kişisel müzesi olduğu düşünülürse, Akalp'in "İç Kalem" deki bireysel müzesini gezdirirken, okur bir yandan da tarihsel bir panoramanın içinde kayboluyor. Celal’in maceraları üzerinden dönemin siyasi gelişmeleri, gazete manşetleri ve soruşturmalar ışığında şekillenirken, 1980’ler Ankara’sının atmosferi de kuşbakışı bir perspektiften gözler önüne seriliyor. Bu eser, okura sadece bireysel bir hikâye sunmakla kalmıyor, aynı zamanda ülke tarihini kişisel bir bakış açısıyla keşfetme imkânı tanıyor.