Geçtiğimiz günlerde şehirler arası bir seyahatten dönerken, yol kenarında tezgah açan bir satıcıdaki meyveler arasında hurma da gördüm. Satıcının “içi çikolatalı” diyerek sattığı hurmalardan, eşe dosta da dağıtırım diye dört kilo aldım. Ancak ne yazık ki dediği gibi çıkmadı. Hurmaların içi sarıydı ve olgunlaşmadığı için tadı da yenemeyecek derecede kekreydi.
Evde bu kadar hurmayı ne yaparım, ne ederim diye düşündüm. Sonra bir bölümünü tek tek kağıda sarıp, bir kutu içinde evin bir odasına bıraktım. Bu şekilde zaman içinde olgunlaşıp, tatlanabilirlerdi.
Bir kilo kadarını da benden siyah hurma isteyen yeğenine vermiştim ama o da sanırım yiyemedi, attı.
Geri kalan iki kilo kadarının içinde beş altı tane içi sarı olsa da, yenebilir derecede tatlı bulunca sevindim. “İyi dedim, bu kadarını kurtardık bari.”
Sarı ve kekre olanların aslında dalında ya da özel olarak depolandığı yerlerde olgunlaşması gerekiyor. Ancak pazarlama kaygısı nedeniyle bu şekilde erken toplayıp, bir de tüketiciye “içi çikolatalı” diye yanlış bilgi verilince, maalesef ki ürünler yenemeden çöpü boyluyor.
Ama benim çöpe atmaya niyetim yoktu. Kolay vazgeçmeyecektim hurmalarımdan.
Önce kabuklarını soyup, küçük parçalar halinde doğradım, sonra da bir tencere içinde üzerine yeteri kadar şeker döküp, bir iki saat beklettim. Suyunu bırakınca da reçel olması için pişirdim.
Hurma reçelinin görüntüsü güzeldi. Zaten daha önce de siyah ve sarı hurmalardan karışık reçel yapmıştım. Ama bu kez içinde siyah, yani içi çikolatalı olan yoktu ve reçelin tadı kekreydi. Olmamıştı.
Fakat hurmalarımdan yine de vazgeçmedim. Ayrıca şimdi bir kilo kadar da şeker vardı içinde. Daha vazgeçilmez olmuştu. Bir yandan yenebilir neye dönüştürebilirim diye düşünürken, bir yandan da satıcıya kızıyordum, beni kandırdı diye.
Öyle kolay pes eden biri olmadığımdan, reçeli blenderden geçirip, içine biraz da üzüm pekmezi ekledim ve az daha kaynattım.
Ardından reçellikten, domates salçası kıvamına gelen hurma jölesini, bir pişirme kağıdı üzerine ince bir tabaka halinde yayıp, balkonda kurumaya bıraktım.
Sarı hurmaların bütün olarak kurutulduğunda kekre tadının gittiğini biliyordum. Gerçekten de birkaç gün sonra kurudu ve tatlandı. Bu kez kibrit kutusu büyüklüğünde parçalara ayırıp, aralarına ceviz koyarak, presledim ve oldu bana hurma cezeryesi. Tadı da, görüntüsü de güzeldi. Ve son olarak bunlardan birer parçasını, iki bisküvi arasına koyup, yiyince, emeğime değdi dedim.
Cezerye üreticileri bu yazımı okursa, kesin bunu yapmayı denerler. Ben de gıda sektörüne nefis bir damak tadı kazandırmış olurum.
Aslında bunları size anlatmamın nedeni hurmadan cezerye yapmış olma becerisini göstermem değildi.
Birincisi; hiçbir şeyden kolay vazgeçmeyip, hemen pes etmemek gerektiğini ifade etmek istedim. Eğer insan isterse, özünde bir değer olan her şeyi, iyi işleyerek yararlı bir hale getirebilir.
İkincisi ise; her insan hayata olgun, bilgili ve tecrübeli gelmez. Olgunlaşması, insanlığa katkı sağlayacak, değerli bir varlık haline gelmesi için zaman geçmesi gerekir. Bu olay da zaman içinde aile, okul ve çevreden aldıklarıyla olur.
Ancak her meyve, sebze gibi insanların da birbirinden farklı olgunlaşma süresi vardır. Eğer yaşam içinde karşımıza olgunlaşmamış, “ham” diye niteleyeceğimiz insanlar çıkarsa ve onların özünde, işleyip, şekil verecek değerler görebilmişsek, onlara zaman ve emek vermek gerekir.
Hayatımızdaki olgunlaşmamış insanlara emek vermekten kaçınıp, tıpkı “kekre” bir hurma gibi bir kenara atabiliriz. Ama emek verirsek, belki de farklı bir damak tadına sahip hurma cezeryesi elde edebiliriz.
Ne dersiniz, denemeye değer sanırım…