Rahmetli annem 2000 yılında vefat etmeden önce zaman zaman memleketten misafir gelir, birkaç gün kalıp, torunlarını sevip, özlem giderdikten sonra dönerdi.
Annemin en hoşlanmadığı şeylerden biri televizyondaki haber bültenleriydi. “Oğlum sabahtan beri seyrediyorum şunu, kavga, dövüş, tartışmadan başka bir şey yok. Bu memlekette hiç mi iyi bir şey olmuyor. Hiç mi insanın yüzünü güldürecek bir şey yok. Devamlı moralimizi bozacak şeyler yayınlıyorlar” derdi.
Çok haklıydı annem. Hem de yerden göğe kadar haklıydı. Onun izlemek istediği şarkılı, türkülü, eğlenceli şeylerdi. Bu nedenle ben işteyken, iki torunundan hangisi evdeyse onu yanına çağırıp, kumandayı vererek, televizyonda moral bozmayan programlar bulmasını istermiş. Ben eve geldiğimde de bilirdi ki haberleri izleyeceğim, televizyon olmayan başka odaya geçerdi.
Onu zaman geçtikçe daha iyi anlamaya başladım. Çünkü insan yaşamında çok olaylarla karşılaşır, beyninin içi bin bir düşünceyle dolarsa, stres yapan yeni şeyleri görmek ve duymak istemiyor. Tıpkı dolan bir bardağın taşması gibi bir şey bu. Bardak dolduktan sonra, içindekiler bir şekilde boşaltılmazsa, üzerine ne koyarsan koy almayıp, taşıyor.
Sanırım şimdilerde bu durumu yaşayan milyonlar var. Bardağı dolup, taşmış artık, hiçbir şeyi kabul etmiyor. İnsanlar eğlenmek istiyor, boşalmak istiyor, stresten uzak, gerginlikten, tartışmadan, kavgadan uzak yaşamak istiyor. Gevşemek, yumuşamak, rahatlamak istiyor. Ve bu olay yalnızca bizim ülkemizde değil, tüm dünyada böyle şuan.
Bir yandan geçim sıkıntısı, bir yandan işsizlik, yoksulluk, parasızlık insanları geriyor. Hele ki aylardan beri yakamıza yapışan ve bir türlü kurtulamadığımız bir salgın var ki, o da her şeyin tuzu biberi oldu. İnsanlar ölüm korkusu yaşamaktan, ölmekten beter duruma geldi.
Bu nedenle her kesimden herkesin, insanları gerecek değil, rahatlatacak, gelecek konusunda ümitlendirecek, içini ferahlatacak söylemlerde bulunması bekleniyor. Bunu da en başta televizyonların yapması gerekiyor.
Çünkü onlarca televizyon kanalının bulunduğu ülkemizde ya devamlı insanın ruhunu sıkan haberler yayınlanıyor ya da üç beş kişi ekranı kaplayıp, havanda su dövüyor.
Her şeyi bildiğini sanıp, bilgiçlik taslayan ve kendilerine değişik unvanlar yakıştıran kişileri dinlemekten, izlemekten bıktık, usandık. Saatlerce konuşup, hiçbir şey söylemeyen kişiler, insanların içini daraltıyor, yaşama sevincini yok ediyor.
Bu olay bilinçli mi yapılıyor, başka bir şey mi amaçlanıyor bilemiyorum ama ben şahsen gazeteci meslektaşlarımdan daha çok moral veren haberler yapmasını, insanın içini rahatlatan, ümit veren yazılar yazmasını bekliyorum.
Özellikle de en basit bir olayı, bir yangını, bir trafik kazasını, yol çökmesini bile olayın heyecanına kapılıp, ayağının dibine gökten meteor düşmüş havasına sokan sunuculardan, muhabirlerden rica ediyorum. Bağıra çağıra haber sunmayın, pireyi deve yapmayın, anlatacağınız şeyi sakin ve tane tane konuşarak anlatın. Bire bin katarak, aynı cümleyi defalarca tekrarlayarak, yalnızca gerginlik yaratıyorsunuz ama aslında ortada çok da önemli bir olay olmadığını sizler de biliyorsunuz.
Zaten gazetecilik, gazetecilik olmaktan çıkmış durumda. En azından basit olayları abartmadan verin de, eften püften şeylerle doldurulan beynimiz daha da dolmasın.
Rahmetli annem şimdi yaşıyor olsaydı, televizyon görmemek için bize bile gelmezdi. Aslında benim için de televizyon artık kara değil, kapkara bir kutudan ibaret. Çünkü ekranı kara olduğu gibi yayını da içimizi de karartıyor.
Oysa ki bu imkanlarla insanların gelişmesine, kaynaşmasına, moral bulmasına, rahatlamasına yönelik öyle güzel programlar, yayınlar yapılır ki. Yazık oluyor bunca emeğe, çabaya.
Annem haklıymış. “Hiç mi iyi bir şey olmuyor bu memlekette” diyordu.