Kurt kuzuyu yemeye karar verince binlerce bahane bulur derler, günümüz Türkiye’sinde bu durum sıkça yaşanır oldu. Hepimizin bildiği hikâye susamış olan kuzu, nehrin aşağı tarafından su içmektedir. Nehrin daha yukarılarında su içen kurt, kuzuyu çoktan gözüne kestirmiş, kuzuya seslenir:

-“Hey sen! Benim içtiğim suyu ne hakla bulandırıyorsun?”der.

Kuzu ise masum masum:

-"Ben sizin suyunuzu bulandıramam ki! Baksanıza, sizin içtiğiniz su bana doğru akıyor". Diyerek cevap verir.

Aklına kuzuyu yemeyi koymuş olan kurt biraz daha hiddetlenerek

-“bir de bana itiraz ediyorsun öyle mi?" diye haykırmış ve nihayetinde, kuzuyu yemek niyetinde olan kurt sözünü bitirir bitirmez, kuzunun üstüne atlayıp onu parçalamış. Dolayısıyla siz, hala sizi midesine indirmeye karar vermiş olanlara hoşgörü ile yaklaşıyor ve hala kendi insanınız yerine onları tercih ediyorsanız aslında her şeyi çoktan hak ediyorsunuz demektir.Bu güzelim vatanda saltanatlarını paylaşmak ve kaybetmek istemeyenler, bu topraklarda huzursuzluk çıkarmaya devam etmektedirler.

Gerçek şudur ki ne suyu bulandıranlar, ne de bulandırmak isteyenler bu vatanın ve bu milletin gerçek sevenleridir. Yukarıdan suyu bulandıranlar da aynı kişiler, aşağıda suyu bulandırdın diyenler de.

Ama sonuçta bizim kahramanımız bir kuzu, anası da koyun, babası da koyun. Öyle ya ne kadar yiğit ve cesur olursa olsun, olabileceği en iyi şey, iyi bir koyun olmaktır. Çünkü bir koyun sürüsünün en iyisi yine bir koyundur. Aslında ortada ne kurt vardır ne kuzu. Ama birileri rolleri üstlenmiş ve kabullenmişlerdir. Koyun rolü dayatılan ve bunu kabullenenler içinde insan olduğunu hatırlayıp başını kaldıranlara da ilk önce kendi tarafındakiler, sesini kes sıranı sav derler. Bu hikâye de böyle devam eder gider. Çözüm nerede diyorsanız; Öncelikle kendi insanımıza da hoşgörülü olmayı öğreneceğiz, affedici olmayı öğreneceğiz. Milletimizin her türlü özgürlüğe, insanca yaşamaya hakkı olduğunu kabullenecek ve milletimizin iradesine saygı duymayı öğreneceğiz. Üzerimize birilerinin geçirdiği ve bizim de kabullendiğimiz şu koyun postlarından sıyrılıp, insan olmaya karar vereceğiz.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'A MUĞLA'DA SEVGİ SELİ CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'A MUĞLA'DA SEVGİ SELİ

Korkak değil cesur olmayı öğreneceğiz. İnandığını saklamayı değil her yerde doğru bildiğini söylemeyi ve yaşamayı öğreneceğiz. Vatan, millet sevgisinin, dürüstlüğün en önemli erdem olduğunu beynimize kazıyacağız. Bu milletin ortak değerlerinin birileri tarafından kendi çıkarları için nasıl kullanıldığını iyice belleyecek ve bu değerlerimizin bizi aldatmak için kullanılmasına müsaade etmeyeceğiz. Türkiye’yi kamplara bölmek isteyenleri iyice tanıyacak ve onlara kıymet vermeyeceğiz. Kendilerini toplumun üstünde görerek toplumun iradesine ipotek koymak isteyenleri adam yerine koymayacağız.

Bizler sadece günlük ihtiyaçları için mücadele eden daha üst seviyede ihtiyaç geliştiremeyen insanlar olmayacağız. Buna bağlı olarak birileri de bizim adımıza karar vererek bizi yok sayma cesaretine kapılamayacak.

***

Günümüzde sosyal medya diye yeni bir iletişim alanı var. Bu alanın en bilinen unsurları da  Facebook ve Twitter... Bu unsurların sahipleri de ABD’li şirketler. İnsanları yönlendirme, provoke etme, bilgi kirliliği, yalan ve iftiraları yayma, hatta kin ve nefret tohumları ekme yönünde korkunç etkiye sahip bir alandan bahsediyoruz.

Bu gerçek, açık biçimde ilk defa Mısır’da 25 Ocak 2011’de, sonraları “Halk Devrimi” adıyla da anılan protestolarla ilgili gündeme geldi. Mübarek rejimini devirmek için farklı kesimler büyük kitleler halinde Facebook ve Twitter üzerinden harekete geçtiler.

Bu başkaldırının “Arap baharı” olduğu yalanı ile büyük bir algı operasyonu yapıldı ve sonuç alındı. Ancak alınan sonuç, bir bahar değil, ABD politikalarının hedeflerinin gerçekleşmesiydi. İşte daha Tahrir meydanında o protestoların başladığı günlerde, sağlam bir kaynaktan, Mısır’dan binlerce sivil toplum elemanının, önceden ABD’ye götürüldüğünü ve eğitildiğini öğrenmiştim

Sosyal medyanın gücünü ve etkinliğini; 27 Mayıs 2013 tarihinde iş makinelerinin Taksim Gezi Parkı’na girmesinin ardından organize olan aktivistlerin ve araya karışan terör örgütlerinin sebep olduğu olaylarda da gördük. Taksim için “Tahrir” göndermesi yapan, Hürriyet yazarları da oldu. (Ertuğrul Özkök 1 Haziran 2013’te şöyle yazdı: “Gezi, düne kadar sadece bir parkın adıydı. Dünden itibaren, ‘Türkiye’nin Tahrir’i’ değilse de miladıdır...”)

***

Artık sözü, “Twitter fenomeni” olarak ünlenen Fuat Avni’ye getirebilirim. Bu ismin birkaç yıldır attığı tweet’lerin 3 özelliği var: 1. Emniyet, yargı ve TSK içinden, bürokrasinin ve iş dünyasının değişik kesimlerinden pek çoğu doğru bilgiler veriyor. 2. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan düşmanlığı yapıyor ve ona aleni hakaretlerde bulunuyor. 3. Zaman, Bugün, Sözcü, Cumhuriyet ve Taraf gazetelerinde, onun attığı tweet’ler hemen haber yapılıyor, bazen manşete taşınıyor. Ben Fuat Avni’nin, Sayın Cumhurbaşkanı’nın yıpratılması ve AK Parti’nin artık tek başına iktidar olamaması planının bir parçasını olduğuna inanıyorum. Söz konusu istihbaratın, ancak Paralel Devlet yapılanmasının elemanları tarafından temin edilebileceğini düşünüyorum. Fuat Avni, Pensilvanya merkezli, aralarında psikolojik harp uzmanlarının da bulunduğu bir istihbarat havuzunun elemanı olabilir. Pekiyi, Mısır’daki gibi CIA’yı hatırlatan bir ilişki söz konusu olabilir mi? Bu konuda gözlerimizi dehşetle açan bilgi de gazeteci yazar Lale Kemal’den geldi:

“Fuat Avni’nin, Amerikan casusluk örgütü CIA kaynaklı olduğuna dair artan biçimde dış kaynaklı bilgiler almaya başladım. Bu yakından takip edilen hesabın, CIA içinde gizli bir hesap olduğu, Türkiye’de artan otoriterleşmeyi deşifre etmeyi amaçladığı intibaı çok güçlü. Demem o ki,  Türkiye’deki tehlikeli gidişata artık dışarıdan müdahale ile “dur” denilebilir. Türkiye’nin, “otoriterleşmesine,” izin verilmeye(bilir)...”

Editör: Gazete Muğla