Yürümeyen ve bir şekilde son bulan birlikteliklerin gerekçesi olarak daha çok geçimsizlik olayı öne sürülür. Geçimsizlik gerçekten önemli bir mesele ve buna neden olan sürüyle olay vardır.
Birbirine davranış olarak hiç benzemeyen insanların bir araya gelmesine “eksi kutuplar birbirini çeker” yakıştırması yapılır. Ancak birbirinin zıddı kişiliklere sahip insanlar, bazen değişik nedenlerle el ele verip, kenetlense de, zaman içinde bu zıtlık, ayrılığın temel nedenini oluşturabilir. Zıtlık geçimsizlik yaratabilir.
Çünkü genel olarak insanlar birbirini tanıdıkça, daha önce görmediği davranışlarla karşılaştıkça, bunu kabul etmemeye başlar ve eleştiriler de art arda sıralanır. Davranışların sürekli eleştirilmesi bazen karşıdakinin kişiliğine saldırıya kadar varabilir. Ancak şu çok iyi bilinmelidir ki bir insanın kişiliği öyle kolay şekillenen bir şey değildir. Ve oturmuş bir kişiliği sonradan değiştirmeye çalışmak, bir binayı yıkıp, yeniden yapmaktan daha zor, hatta imkansızdır.
Bir bireyin kişiliğinin şekillenmesine doğuştan gelen genetik etkenler kadar, aile ve okulda aldığı eğitim ile dış çevresinin de büyük etkisi vardır. Özellikle de aile büyüklerinin, çocukluk ve ergenlik döneminde daha fazla olmak üzere, yaşam boyu yapmış olduğu telkinler, insanın her şeyini olumlu ya da olumsuz etkiler.
Bunun yanında hayata yeni adım atan çocuğun kendine örnek aldığı ebeveyn veya diğer aile büyüklerinin davranışları da kişiliğin şekillenmesinde büyük önem taşır.
Bu nedenle insanların hoşa gitmeyen bir davranışını eleştirirken, onu geçimsizlikle suçlayıp, “neden böylesin?” demek kadar, manasız bir yaklaşım olamaz. Eğer kişi “neden böylesin?” demeden önce, “neden böyleyim?” sorusunu kendine yöneltirse, karşısındakini anlaması daha kolay olur. Çünkü bir kişi biriyle geçinemiyorsa, öteki de onunla geçinemiyordur.
***
Anne-babaların çoğunluğu, kendi davranış ve kişilik özelliklerini çocuklarında da görmek ister. Bu yüzden dünyaya geldiklerinden itibaren onların da kendileri gibi davranması için telkinde bulunup, hatta zorlarlar. “Şunu yap, bunu yap. Şunu söyleme, bunu söyle. O öyle olmaz, böyle olur” diye diye, zaman içinde kendilerinin kopyası bir birey oluştururlar.
Eğer çocuk, kendine telkin edilen gibi değil de, başka türlü davranır ve konuşursa, bu defa da “bu çocuk bana hiç benzemiyor” ya da “bu çocukta bir hata var, hastanede mi değiştirildi, ne oldu?” diyerek, dolaylı saldırıya geçenler var.
Kısacası dünyaya getirilen çocuğun kendi kişiliğini özgürce oluşturmasına izin verilmeyip, yönlendirme ve telkinlerle klonlanmış gibi bir insan yaratılırsa, ebeveynin çevresinde maruz kaldığı davranışlara, çocuk da hedef oluyor. Hatta bunu en yakınları yapıyor ve anne, oğluna “babası kılıklı”, baba, kızına, “anasının kopyası” diyerek, üstü kapalı olarak “bana hiç benzemiyorsun” eleştirisi getiriliyor.
Bu şekilde, telkin ve yönlendirmelerle yetiştirilmiş bir bireyin, hayatının sonraki dönemlerinde de kendine hep bir yol gösterici, kılavuz aramasını yadırgamamalıyız.
***
Anne-babalar, çocuklarını yetiştirirken her konuda kendilerini örnek almaları ve taklit etmelerinden haz duyabilirler. Ama sonucun buraya kadar geleceğini genellikle düşünmezler ya da düşünmek istemezler.
Ancak başlarda dikkat edilip, görülmeyen ya da görmezden gelinen, hoş karşılanan bu durum evliliklerde de zaman geçtikçe araların açılmasına ve yolun bitmesine neden olabilir.
Örneğin “el öpmeyle ağız kirlenmez” diyen, bir babanın evladıyla, çocuğuna sürekli olarak “hayatta hep dik dur, kimsenin karşısında menfaat için eğilme” diye telkinde bulunan bir babanın yetiştirdiği çocuğun yaşamlarını birleştirdiğini düşünelim. Bunlar birbirlerini başta hoş görseler bile ileriki dönemlerde mutlaka karşılıklı olarak olumsuz eleştirilere başlayacaklardır. Sonuçta herkes bildiği yoldan yürüyecek ve o birliktelik sen sağ, ben selamet olacaktır.
Bu olay hayatın her aşamasında yaşanan birliktelikler, arkadaşlık, dostluk, komşuluk ve ortaklık için geçerlidir. Geçimsizlik iyi değildir ancak nedenini iyi irdelemek ve sorgulamak gerekir.