Hazırlayan:

Gazilerimizi Tanıyalım

Geçtiğimiz Ramazan ayında Menteşe’nin şehitlerini siz değerli okuyucularımızla paylaşarak, şehit aileleriyle söyleşiler gerçekleştirmiştik. Şimdi de Menteşe’deki Gazilerimizle söyleşiler yaparak ‘Gazilerimizi Tanıyalım’ köşesi ile sizlerleyiz. Bu yazı dizimizde Menteşe’de bulunan, vatanı ve canı pahasına savaşmış gazilerimizi siz kıymetli okuyucularımıza tanıtacağız. Söyleşimize ilk olarak Muğla Şehit Aileleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkan Yardımcısı Kıbrıs Muharip Gazisi Süleyman Taşkesen ile başlıyoruz.

Yaşadıklarını anlatırken, o yıllara bizleri de alıp götüren Süleyman Taşkesen, askerliği o kadar sevmiş ki, söyleşimizin başından sonuna kadar “Yine olsa yine asker olurum”, “Şu an savaş var deseler, koşarak giderim” cümlelerini içeren düşüncelerini sık sık dile getirdi.

Süleyman Taşkesen ile derneklerinde yaptığımız söyleşide zaman zaman güldük, zaman zaman duygulandık.

Dilerseniz söyleşimize kendisini tanıyarak başlayım.

Gazilerimizi Tanıyalım

-Sizi tanıyabilir miyiz?

Ben Süleyman Taşkesen. 1951 doğumluyum yani 69 yaşındayım. Evliyim. 2 oğlum var. Doğum yerim Şanlıurfa. İlk ve ortaokulu Şanlıurfa’da okudum. Daha sonra Ankara’ya gittim ve orada yaşamaya başladım.

-Askerlik serüveniniz nasıl başladı?

Ben lise son sınıfta askerlik için bir sene bekledim. Bir sene bekleyince askerliğimi tecil ettiremedim. Devre kaybı yaşadım. Bu nedenle asker kaçağı gözükmüşüm. Daha sonra kimse beni arayıp sormayınca askerliği yapayım önüme engel çıkmasın dedim. Askerlik Şubesine gidince ‘kaçak gözüküyorsun’ diyerek hemen yazıları yazdılar. Elime evrakları verdiler ve ‘3 gün içinde birliğinde olacaksın’ dediler. Ben şaşırdım kaldım. Ben sormaya geldim, ‘siz beni hemen askere gönderiyorsunuz’ diye sordum. Sonra bir baktım askerliğim Sivas’a çıkmış. Aldım evraklarımı düştüm Sivas yollarına. O şekilde başladı askerlik maceram.

-Askerlik vazifesi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Askerlik kutsal bir meslek. Her Türk gencinin gitmesi gereken bir görev. Bu görevden kaçınılmaz. Şimdi bile beni tekrar askere alsalar koşarak giderim, hayır demem. Güzel bir meslek. Disiplinli bir iş. Her gence tavsiye ederim.

-Ne zaman, nasıl ve nerede Gazi oldunuz?

Sivas’ta 9 aylık askerdim. O sıralar Kıbrıs’taki olaylar Türkiye’de konuşulmaya başladı. Basından takip ediyorduk. Kıbrıs’a asker gidecek, savaş çıkacak diye kulağımıza geliyordu hep. Hazırlıklarda Sivas’ta başlamıştı. Ben bölük yazıcısıydım askerde. Rütbesiz askerler gidecek dendi. Rütbeli askerler yeni gelen acemileri eğitmek için kalmak zorundaydı. Hepimiz öne çıktık tabi gitmek için. Sırt çantalarımızı aldık, sivil bir otobüsle Sivas’tan çıktık yola Ankara’ya. Ankara’da bölüklerimiz ayrıldı, askeri otobüse bindik ve Silifke’ye doğru yola koyulduk. Ben Makinalı tüfekçiydim. Sivas’ta da onun eğitimini almıştım. Makinalı tüfeği elimden hiç bırakmadım. Silifke Taşucu’nda küçük çadırlar kurup orada eğitimler aldık. Bir gece ansızın ‘koğuş kalk’ diyerek topladılar bizi, sadece ‘silahlarınızı alın’ dediler. Sonra 7’şer kişi helikoptere bindik. O zaman dedik ki, ‘tamam artık Kıbrıs’a gitme vakti geldi.’ İşin şakası yok artık. Kalacak mısın ölecek misin belli değil. Bir tarlaya yanaştık. Pilot durmayacağını, yere biraz yaklaştıktan sonra bizim atlayacağımızı söyledi. Çünkü her an saldırı olabilir, hedef olmamak için attık kendimizi buğday tarlasına. Helikopter gitti. Biz kaldık orada. Yanımızda sadece silah var. Düşman nereden gelecek, gelirse ateş edecek miyim, etmeyecek miyim? Kafamızda bir sürü sor var. Sonra bölük bölük toplandık. ‘Herkes bulunduğu yere menzil kazsın orada saklansın’ dediler. Sıcak da bir yandan. ‘Suyunuzu dikkatli kullanın’ dediler. ‘Kıbrıs’ta su yok’ dediler. O menzillerde beklediğimiz zaman bir nevi sınav gibi oldu bize. Sonra Beşparmak Dağlarında bir müddet yürüdük. Komutanımız dedi ki, ‘artık savaş bölgesine girdik.’ ‘Biz onları göremiyoruz ama onlar bizim attığımız her adımı görüyorlar’ dedi. Daha lafını tamamlamadan bir makineli tüfekler başladı ateş etmeye. Nasıl mermi yağıyor. Herkes bir dağıldı, kendine siperlik edindi. Her yer orman, ağaç. Merminin nereden geldiği belli değil. Koydum makinalı tüfeğin çatal ayağını taktım şeridi. Başladım ateş etmeye. Bende her yeri taradım. Herkes tek sıra dizildi. Ateş ede ede ilerledik. Birçok arkadaşımız orada vuruldu. Kimseye arkaya bakmasın deyince komutan bir şey yapamıyorsun tabi. O Temmuz sıcağı, o adrenalin, merminin ağırlığı, ayakların titriyor. Bambaşka bir duydu. Çok zorlu bir görevdi. 1023 rakımlı bir tepe var. Oraya ulaştık. Yukardan atış ediyorlardı. Sabaha kadar cephane taşıdı diğer askerler. Suyumuz bitti, susuz kaldık. Yerlerde kavun, karpuz kabukları bulur, susuz kaldığımız için dudaklarımıza sürerdik. Beşparmak Dağları’nda 1023 rakımlı tepeyi almamız gerekiyordu. 2’ye ayrılarak dağı sardık. Yukarıya doğru yavaş yavaş ateş ede ede yukarıya çıkıyoruz. Kayalık kısmına gelince dağın, hem karşı dağdan hem de yukarı taraftan ateş ediyorlar. Sonra Veysel arkadaşımla birlikte tam kayalığın oraya saklanalım derken, pat mermi Veysel’in parmağını aldı götürdü. Sonra kayanın arkasında saklandık. Adam bizi gördü tabi ama ucuz kurtulduk. İkimiz o kayanın arkasından burnumuzu çıkaramadık. Her mermi taştan bir parça koparıyor. Biz herhalde sona geldik burada şehit olacağız dedik. Veysel’in parmağını sardık hemen. Beklemeye başladık. Buradan kurtuluşumuz yok susuz bari ölmeyelim diyerek yanımızdaki bütün suyu içtik. Aşağıdaki arkadaşlarda ne kadar saklanacağız diye çıktı, 2 adım attı 3. Adımı atamadı. Kendi bir yana tüfeği bir yere savruldu. Tepeden yuvarlandı. Onu gözlerimle gördüğüm için hiç çıkmadık kayalıktan. Sonra geri birbirimizi koruyarak geri çekildik. Bölük komutanı kızdı tabi. ‘Türk askerinde geri çekilmek var mıdır’ diye. Sonra tekrar çıktık. En tepeye ulaştık. 2. Grupla birleşecektik. Diğer tarafa bir baktık herkes vurulmuş. Bir şekilde bizde oradan kurtulduk. Her şerde bir hayır var dedikleri de bu oldu. Birinci Harekât bitti. Dere kenarına indik. Çoraplarımız kalıplaşmış. Mektup yazanlar yazsın dedi komutan ama kağıt yok. Sigara kutusunun iç kısmına küçük bir not yazmıştım. Bitlendik. Çok zor zamanlar yaşadık. Sonra İkinci Harekat oldu bitti. Rumların bir köyü vardı. Oraya kadar geldik sonra ateşkes yapıldı zaten. Müdafaa durumuna geçtik. 9 aylık askerdim gittiğimde 11 ay Kıbrıs’ta kaldım. Sonra Kıbrıs’ta terhis oldum.

-Gazi olduktan sonra hayatınızda neler değişti? Neler hissediyorsunuz?

Gazi olduktan sonra hiçbir şey değişmedi hayatımda. Tam tersine hayat mücadelem başladı. İş aramaya başladım. 22 yaşında terhis olmuştum. Ankara’da daktilocu olarak işe başladım. Gazi olduğum için öncelik tanıdılar. O zamanlar Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) işçi alacaktı. 4 yıl eğitim gördükten sonra Yatağan Termik Santral’e işe başladım. Emekli olduktan sonra Muğla’ya taşındık. 40 senedir Muğla’dayım. Bir gün Muğla sokaklarında yürüyorum. Her yerde bayraklar asılı. Birilerine sordum’ her yerde bayrak asılı evladım bir şey mi oldu’ diye. Bugün Gaziler günü dediler. Bende Gazi’yim ama hiçbir şeyden haberim yok. Sonra Valiliğe gittim. Sordum, soruşturdum. O şekilde dernekle tanıştım. Tesadüf oldu ama güzel bir tesadüf oldu.

-Devletten ya da kurumlardan gerekli destek ve ilgiyi görebiliyor musunuz?

Ben emekli olana kadar hiçbir şey görmedim. Bir tane gazi kartımız vardı. Hiçbir hükmü yoktu. Şimdi doğruya doğru demek gerekir. Şehit ve Gaziler, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan iktidara geldikten sonra çok değer kazandı. Bize değer verilmeye başlandı ve o zaman anladık ülkemiz için bir şey yaptığımızı. Sosyal haklara sahip olduk. Çok mutlu olduk. Allah devletimize zeval vermesin.

-Gazi olduktan sonra toplumun size bakış açısı nasıl oldu?

Öğrenenler çok şaşırıyor tabi. Soruyorlar hep neler yaşadığımızı. Yaşamayan bilemez. Sıradan bir askerlik yapmadık tabi. Şimdi savaş olsa koşa koşa giderim. Askerliği bir kere daha yaparım. Hele ki ülken için bir şey yapıyorsan bambaşka bir duygu.

-Son olarak bir mesajınız var mı?

Yıkılacak olan işhanındaki tarihi lokanta sahibinden sitem: “Yer gösterilebilir ya da ek süre verilebilirdi” Yıkılacak olan işhanındaki tarihi lokanta sahibinden sitem: “Yer gösterilebilir ya da ek süre verilebilirdi”

Ülkemi seviyorum. Herkesin sevdiğine de inanıyorum. Bu topraklar üzerinde yaşayıp da ben bu ülkeyi sevmiyorum diyen çıkmaz diye düşünüyorum. Birbirimize karşı saygılı ve hoşgörülü olalım. Sevgimizi, değerimizi bilelim. Herkes hakkına, hukukuna riayet etsin. Bu güzel sohbet için de Muğla Gazetesi’ne teşekkür ederim.

Editör: Gazete Muğla