Hain Terör Örgütü FETÖ ye mensup binlerce insan biliyoruz. Duyuyoruz.
Kamudan atılanlar.
Askeriyeden atılanlar.
Mallarına devlet tarafından el konulanlar.
Bize göre açık açık suç işleyenler. Devletin bizzat talimat ve tanımlamasına rağmen desteğini bir an olsun kesmeyenler.
Kesmeyi bırakın, tam tersine, devlet Paralel Yapı dediği andan itibaren bu desteği, bağlılıklarını daha da artıranlar.
Recep Tayyip ERDOĞAN’ın adı diktatör olmuştu hani.
En iyi bildikleri fısıltı gazeteciliği ile KAMBUR ADAM deniliyordu hatta.
Allah’ın yeryüzündeki sureti muhterem Fetullah Gülen Hocaefendi savaş açmak, doğrudan Allah’a savaş açmaktır diyorlar dı.
Allah için canını, malını vakfeden Hocaefendiye savaş açmak !
Hizmet Hareketi için evlenmeyi bile unutmuş bir muhtereme karşı savaş açmak.
Binlerce okul açıp, yüzbinlerce şakirt yetiştiren, Allah’ın yeryüzündeki suretine savaş açmak.
Bunu yapan kim?
Hocaefendinin emri ile verdikleri oy ile destekledikleri, onlara göre iktidara gelmesine vesile oldukları diktatör.
Bunu yapan kim?
Yaaa.
Hain Fetö nün elinde asla kırılamaz ve alınamaz iki silah vardı ;
Fısıltı Gazetesi.
Algı.
Taşrada elemanların en bilindik ve en etkili iki silah her zaman bu olmuştur.
Eğer biri devrilecekse o fısıltı gazetesi sahaya iner ve algı operasyonuna başlardı.
Eğer biri yüceltilecekse yine aynı yöntem devreye girerdi.
Feto için iki sınıf insan vardı sadece ;
Himmet verenler
Himmet vermeyenler.
Himmetin kimden, hangi dinden, hangi sülaleden vs. geldiği asla mühim değildi. Adam ister bulgur satsın, ister şarap. İster hacı olsun, ister zil zurna sarhoş.
İster mütedeyyin olsun, ister modern.
İster hırlı olsun, ister hırsız.
Boyun eğdiyse onun ne olduğunun önemi kalmamıştır artık. O Hizmet için “Allah yolunda himmet veren muteber bir abidir.”
Feto A harfinden Z harfine kadar ne var ne yok, hepsini listelemişti. Eğer bir sektörde kendi militanları yoksa, o zaman o sektörde var olanların kazanılması ! esastı.
Bazı dik kafalıklar çıkmıyor değildi hani.
Tam da bu noktada yukarıda arz ettiğimiz fısıltı gazetesi ile algı operasyonu devreye çabucak giriverirdi.
Çok basit yöntem.
Mesela hocaefendi ! ‘x’ bir tavuk firmasına işaret mi etti?
Önce en sorumlu imam talimatı o bölgeye bakan alt imama ulaştırır.
O imam ‘x’ tavuk fabrikası sahibine gider. İltifatlar, iltifatlar..
Hediyeler, hediyeler.
Kahveler, çaylar.
Üç, beş, on gün.
Bıkmadan usanmadan.
Nihayetinde hicaefendinin ‘özel’ selamı, mutlaka yanında çam sakızı çoban armağanı hediyesi imam ve beraberindeki heyet tarafından büyük bir itina ile, ayakta, ceketler düğmelenmiş vaziyette, eller önde bağlı bir biçimde, muazzam saygı duruşu esnasında, yetkili imam tarafından fabrika sahibine takdim edilir. Ve belki de bir adım ötesi..
Bir adım ötesi mi?
Bölge imamının sadece bir kaç kişi ile konuştuğu hususi telefonu tam o anda çalar belki.
Muhteşem bir keramet !
Telefonun diğer ucunda, taaa uzaklardan yankılanarak, tüm ofisin bir anda beton ! gibi kesilmesine, belki orada bulanan ‘seçilmiş çok muhterem hazirunun !” bazılarının kendini tutamayarak sessiz sessiz, ama herkes tarafından ALENEN hissedilecek şekilde ağlamasına vesile olacak bir ses ; Muhterem Hocaefendi fabrika sahibine merhaba ! demek istiyor da olabilir.
Aman Allah’ım.
Sen ne mübarek birisin böyle.
Bak, biz burada otururken muhterem hocaefendi yine kerametini gösterdi ve hiç haberi bile yokken!! seni aradı.
Sen artık seçilmişlerdensin MÜBAREK!
Haaa.
Bu sahneler her zaman bu kadar basit mi olur denilebilir. Günlerce, haftalarca, belji aylarca uğraşmanın neticesinde hareket bünyesine bu kadar büyük bir sermayeyi, pardon değerli bir abi ! yi saflarına katabilir.
Bu kadar uğraşlar sonunda olmuyor mu ?
Sistem basit.
Seni gibi tavukçu seni.
Yaz fısıltı gazetesini.
İmam talimatı verir.
81 vilayet, KKTC, Yurtdışı dahil olmak üzere, Kainat İmamının hakim olduğu her yerdeki tüm mübarekler, şakirtler ‘x’ marka tavuk ürünlerini, ‘y’ marka süt ürünlerini, ‘z’ marka süt ürünlerini almasın. Ticaret sahipleri satmasın. Bu ürünler şu,şu,şu şekilde il, ilçe, mahalle, köy, sokak, cami, kamu, özel.. Nerde hangi birimde ise, tüm bağlılar tarafından algıya tabi tutulsun....
İşte tam bu noktada, çarşıdaki o yılların mübarek, sözü dinlenir, itibar sahibi, her zaman davetlerde bile başköşede yeri olan, hizmetin gediklisi berber ahmetler, kasap hulusiler, emekli öğretmen nerimanlar, saatçi sadıklar, okul müdürü hubeybler, çimento satıcısı resimler devreye girer. Onların yönlendirmesi her şeyin ötesindedir.
Gelelim tavuk fabrikasına.
Her gün 100 bin tavuk kesen fabrika, ertesi güne kalmadan siparişlerin birer birer iptal edildiğini görür.
Ulan her gün 100 bin tavuk kesen çiftlik, bir anda 1000 tavuğu satamaz hale gelir. Bağlantılar tek tek iptal...
Çiftlikte tavuklar neredeyse çatlamak üzere. Kessen nereye kadar, beslesen nereye kadar..
Elbette bir kaç gün veya hafta idare edilebilir ama gidişat tam bir felaket.
Piyasa 40yıllık tavuk markasına sanki duvar oldu.
Çok geçmez.. Fabrikanın batma noktasına geldiği, işçilere paralarının ödenmediği, tarihi geçmiş tavuk satarken tırlara el konduğu. Aklınıza ne kadar yalan geliyorsa artık.. Hepsi piyasaya sürülür. Bunlar ayrıca özellikle de fabrika sahibinin yakınlarına, dostlarına da bizzat iletilir ki onlar da gitsin ona söylesin diye.
Batmak üzere.
Tavuklar telef olmak üzere.
Cepte para, depoda yem bitmek üzere.
Allah’ım bir çıkış yolu.
Atadan, babadan kalan, ülkenin veya bölgenin en köklü tavuk üreticisi, markası tükenmek üzere.
Bi dur daaa.
Kapıya bak kapıya.
Hele bak kim geldi :))
Bölgenin en muteber ! kişisi.
İmam Abi geldi.
Yanında yine heyetle. Ellerinde en kaliteli baklava kutusu ile hem de.
Bu ne sürpriz!
‘Duyduk.
İşleriniz kötüye gidiyormuş.
Üzüldük.
Hocaefendi de üzüldü..
Özel emri ile ziyarete geldik.
Selamı var.
Yapabileceğimiz bir şey var mı soralım dedik.
Hocaefendi bu kardeşimize sahip çıkalım emri verdi..
falan filan....’
Bir oh çeksek mi acaba?
Çok basit.
Boynunu uzat, himmeti ver, zirveye çıkma, zirve senin ayağına gelsin.
Bu kadar.
Anlaşma sağlandı mı?
Aynı anda fısıltı gazetesi devreye yeniden girer.
‘x’ marka HİZMETTEN!
Esnaf, bakkal, market, fabrikalar, okullar...
Bundan sonra yiyeceğiniz tavuk bu.
İş bitti.
Şimdi mutfakta soğan koklayıp salonda gözyaşı dökerek mağdur edebiyatı yapanlara zerre kadar inanmam.
Selam Ve Dua İle.