Bilindiği üzere geçtiğimiz haftanın ana gündemi, haftaya başlarken Akbük Koyu’nda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından tespit edilen ve imar barışının dışında kalan yapıların yıkımıydı.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, geçen yıl 20 Ağustos'ta Muğla'da incelemeler yapmış, bu incelemeler doğrultusundaki tespitlerden birisi de Akbük olmuştu.
Muğla’nın Menteşe ilçesi Sarnıç Mahallesi Akbük Koyu'nda imar planında aykırılıklar olduğu tespit edilen aralarında pansiyon, restoran ve konutların da bulunduğu 33 yapının yıkımına ise geçtiğimiz pazartesi günü başlanmış ve bu işlemler 4 gün boyunca devam etmişti.
33 yapıdan şu ana kadar 11 mülk sahibinin yürütmeyi durdurma kararı aldırdığı da edinilen bilgiler arasındaydı.
Kanunsuz yapılan bir işi savunmak mümkün değil ama bu kanunsuz işler gerçekleşirken, asıl görevi kanunsuzluğa geçit vermemek olan kurumlar neredeydiler, bunu merak etmedim değil.
Hadi tespit edildi mahkeme süreci başladı da uzadı. Mahkeme sürecine kadar bu evler oraya gece konuşlanmadı ya.
Denetim mekanizmaları yapılırken neredelerdi?
Yani böyle bir tespit ve yıkım işlemi için Çevre Şehircilik Bakanının Muğla’ya ziyareti mi gerekiyordu?
Yaşadığımız kentte, adrese teslim ihaleler ile doğrudan teminlerin ve kişiye özel imarlar açılmasının yanı sıra, yönetiminde bulundukları kurum ve kuruluşların hizmet alımlarını kendi aile şirketlerinden faturalandırarak köşeyi tutanların bu köşe dönüşlerini temiz temiz uyguladıkları bir ortamda, memleket insanının kendi tapulu arazisi üzerinde ağır mübarek Ramazan gününü bu yıkımlarla geçirmesi açıkçası içimi acıtmadı değil.
Ekonomik döngü sağlamaya yönelik kanunsuz uygulamalara elbette sözümüz yok ancak, otel yapmak için binlerce ağacın kökünden kesildiği alanlara sağlanan esnekliğin Akbük halkının önüne koca birer duvar olarak sunulması gerçekten düşündürücü.
Kaldı ki, Akbük halkının ağaç kesmeyip, aksine ağaç diktiği arazisi üzerinde.
Meseleye bir de bu açıdan bakmak gerekli. Akbük’ün yerlisi olan insanlar, tarımsal üretime katkı anlamında bir ürün yetiştiriyorlar.
Nedir o ürün?
Zeytin.
Ve yıllardır da bir aile geleneği zeytincilik. Nesilden nesle devam eden bir gelenek.
Yani kaçak bina yapmak için yeni icat edilmiş bir üretim modeli değil.
O kaçak diye yıkılan evlerini ağaç keserek değil, daha da diktikleri ağaçları bakmak, korumak için inşa ettiler belli ki.
Şimdi o insanlar Muğla dışından gelen yeni Akbüklülerin yanında kuru misali yandılar.
Adam gelmiş Akbük’e, yer satın almış. O arazisinin üzerine abartıp, 3 katlı tripleks ev yapmış. Kanunsuz mu kanunsuz. Yıkılmalı mı elbette yıkılmalı.
Adam turizm adı altında tapulu arazisi üzerine ekonomik döngü sağlamak için kanunsuz tesis yapmış, yıkılmalı mı yıkılmalı peki ama üretip geçimini sağladığı toprağının üzerine kafasını sokacak kadar ev yapmış o bölgenin vatandaşının aynı muameleye maruz kalması adil değil.
Bu Sit yasağı Karabağlar Yaylasında da bu kadar katı mı mesela?
3'üncü Derece Doğal Sit Alanı'nda bulunması nedeniyle izinsiz çivi dahi çakılması yasak olan yaylada, Maden Tetkik ve Arama (MTA) Genel Müdürlüğü'nce taşkömürü araması için sondaj çalışmaları bile başlatmıştı.
Aramayı boş verelim, zaten gerekli tepki gösterildi.
Bu Sit alanları üzerindeki yayla yollarının inşa edilmiş o lüks evlerin işgaline uğradığı örnekler yok mu? Dolu…
Bizim siyasilerimiz ne iş yapar anlamak mümkün değil?
Bu konuda neden Ankara’da bir çalışma yürütmezler. Bu üretim yapanlar insanlar nerde kalacak, nerede yaşayacak?
Bunun için kanunsuz olmayan, doğayla uyumlu tek tip bir proje gerçekleştirilemez mi?
Yani yıkmanın son çare olabileceği bir proje…
Bir Akbük’ün hakkından gelemeyen bir anlayış, bir belediye, bir siyaset mekanizması olabilir mi?
Yani kısacası, kendi tapulu arazisi üzerine kaçak bina yapmak için ağaç kesmeyip ağaç dikenlerle, memleketin yemyeşil ormanlarını otel yapmak için katledenleri, şahıslara özel imar alanlarının açıldığı uygulamaları bir tutmamak lazım.
Bunun dönüşlerinin kent yararına olmayacağını düşünenlerdenim.
Yöre halkı tepkili.
Nasıl tepkili olmasın kendi tapulu ata toprağı üzerinde adeta diken üstünde.
Bir daha üretmeme kararı aldıklarını, kendi elleriyle diktikleri ağaçlarını yine kendi elleriyle kesmeyi konuştuklarını duyuyoruz.
Bakalım sonuç nereye varacak.
Bu yazımızdan kanunsuzluğu savunduğumuz düşünülmesin.
Sadece bu insanlar için ne yapılabilir, hatta kanun, herkes için var olan bir kanun olarak uygulansın şeklinde yorumlansın.
Ben bu yaşananları, ev yapmak için ağaç kesmeyip, ağaç diken köy halkının dramı diye yorumladım.
Diğer lüksü için veya haksız kazanç elde etmeye yönelik inşa edilmiş yapıların yıkılmasına zaten sözümüz yok.
Ayrıntı gözden kaçmasın…