DOMUZ LAHANASINDAN TEŞHİRE

Sevgili okuyucularımız merhaba

Sağlıklı ve mutlu bir hafta geçirmeniz dileğimle

Soğanların sadece kahverengi kabukları ayıklanır, beyaz kısım asla atılmazdı, patatesler çok ince soyulmalıydı, yumurtanın beyazı da mutlaka yenilmeliydi, rahmetli anneannem böyle öğretmişti, mutfakta her şey değerlendirilir, kolay kolay bir şey atılmazdı. Elmaların kabukları, çekirdekleri sirke olur, portakal kabuklarından reçel yapılırdı.

‘’Yoklukla büyüdük’’ derdi anneannem hep, İkinci Dünya savaşı yıllarında buğday bulamayınca süpürge tohumundan nasıl ekmek yaptıklarını anlatırdı. Doğada bolca bulunan domuz lahanasını kavurup yerlermiş çoğu zaman , yedikten sonra da saatlerce mideleri yanarmış. Tadı pek güzel olmayan bu otu başka bir şey bulamadıkları için mecburen yerlermiş. Bazen de tomara otu bulup tavasını yaparlarmış, bu ot çok lezzetliymiş, saatlerce dağ bayır dolaşıp tomara otu ararlarmış.

Çay içildikten sonra demi hemen atılmaz, tekrar kurutulur yeniden çay demlenirmiş. Gece ocaklık ateşinin ışığında çorap örerlermiş görebildikleri kadarıyla , gaz yoktu ki ışığımız olsun derdi anneannem. Yaylada çarıkları eskimesin diye çoğunlukla çıplak ayakla gezerlermiş, Sümerbank’tan sadece bir kaç metre alınabilen kumaşlar altın kadar kıymetli imiş o yıllarda. Yırtılan her şey yamanır, çok kötü durumda olanlardan bebek bezi yapılırmış.

Bu yoksulluklardan dolayı hiç şikayet duymadım anneannemden, çok şükür biz savaş görmedik, annelerimiz savaş gördü, muhacir gitti, çoğu perişan oldu yollarda öldü, mezarları bile olmadı, derdi. Bize her zaman tutumlu olmasıyla , şükretmesiyle örnek oldu. Sadece anneannem değil, benim tanığım o yaşlardaki herkes böyleydi. Hiçbir şeyi atmayıp değerlendiren, yardımsever, mutlu kadınlardı.

Peki , anneannemlerin kuşağından bu güne ne değişti de, günümüzde kadınların bazıları yoksulluğu bahane ederek kendilerini teşhir eder duruma geldiler? Bu gerçekten yoksulluk muydu? Yoksa unuttuğumuz bazı değerlerin yoksunluğu muydu?

‘’Ne ekersen onu biçersin’’ demiş atalarımız…

Dallas’la başlamış her şey yıllar önce, 1978 yılında yayına başlayan bu diziyi, 57 ülkede üç yüz milyon insanın izliyor olması dünya çapında büyük bir şöhrete ulaştırmış. 1980 yılında TRT’de de yayına giren bu dizi ülkemizde de çok popüler olmuş, hatta ‘’Dallas gibi olmak’’ deyimini bile dilimize yerleştirmiş. Materyalist zihniyetin hakim olduğu, zenginlerin kahraman olarak görülmeye başlandığı, masumiyetin küçümsendiği, entrikalı ortamları, yozlaşmış ilişkileri ile yayınlandığı saatlerde adeta hayatı durduran bir diziymiş.

Geleneksel ahlaki değerlerin yerine ; ihanetin, intikamın, para hırsının , açgözlülük gibi her türlü kötülüğün serbest olduğu bu dizilerin sayısı giderek artmıştı. 1990’lı yıllarda 17 yıl devam eden ‘’Yalan Rüzgarı’’ yine aynı yıllarda başlayan ‘’Hayat Ağacı’’ gibi diziler önce TRT’de daha sonra da özel kanallarda yayınlanmaya devam etmişlerdi.

Bu uzun yıllar boyunca devam eden dizilerden belki de en çok izleneni olan, Amerikan yapımlı ‘’Cesur ve Güzel’’ ülkemizde de yayınlanmıştı. 79 ülkede gösterilen bu dizinin başrolündeki, vicdanın eser miktarda dahi bulunmadığı genç kadının, bir aileyi nasıl parçaladığı uzun yıllar boyunca ekranlarda seyredilmişti. Ailenin önce babasıyla sonra oğluyla evlilik yapmış, ailenin babasından olan çocuğu, abisi ile evli olan annesinin durumunda kafa karışıklığı yaşamış , en son damadından da çocuk sahibi olan , fakir ama hırslı bu kadın, çok zengin ve popüler olmuş, yani kazanmıştı. Bunu hangi yollarla ya da arkasında bıraktığı enkazlarla yapmış olması önemli değildi.

Bu dizilerde para ve kazanmak için her türlü kötülük , ahlaksızlık normal sayılmış hatta bu ahlaksızlıkların üzeri aşk adıyla örtülmüştü. Kötü ama zengin, ahlaksız ama güçlü gösterilen, bu vicdan yoksunu karakterlerin hayranları çok fazla sayıdaydı. Zira bu dizilerdeki masum ve dürüst karakterler, her zaman kaybeden, beceriksizler olarak görülüp aşağılanmıştı.

Yabancı dizilerden sonra bizde de benzeri diziler başlamış, ‘’Aşk-ı Memnu’’nun yayınlandığı saatlerde sokaklar boşalmıştır. Tarihten de ilham alınarak yapılan bazı dizilerde ‘’şeytana bile pabucunu ters giydiren’’ kadınlar, kötülükler, yalanlar, liyakatsizlikler, güç gibi gösterilip, kazanmanın en önemli yolları olmuştu. Başta Orta Doğu ülkeleri olmak üzere bir çok ülkenin insanları bizdeki bu dizilerin adeta müptelası olmuşlardır.

‘’Bir adama 40 gün deli dersen deli olur’’

Atasözümüzden yola çıkarsak, 40 yıldan fazladır her yerde görüp izlediğimiz bu diziler bize kazanmak için her türlü kötülüğü normal, ahlaksızlığı ise aşk olarak göstermiştir. Bu durum yozlaşmayı normalleştirmiş, zamanla da kabul edilir olmuştur.