Evden dışarıya çıkmaya korktuğumuz şu günlerde uzaktaki yakınlarımızla, akraba, arkadaş, dostlarla ya telefonla ya da internet aracılığıyla konuşuyor, yazışıyoruz. “Nasılsın, iyi misin?” deyip, hal, hatır sorduktan sonra konuştuğumuz tek konu ise koronavirüs salgını oluyor.
Birbirimizi, “sizin oralar haritada kıpkırmızı görünüyor, aman dikkat edin” diye uyarırken, içinde bulunulan durumun ürkütücülüğüne de vurgu yapıyor, “Allah hepimizi korusun” diyoruz.
Ve dünya genelinde yaşananları korku filmi izler gibi izliyor, ah vah ediyor ve bir an önce salgının sona ermesini bekliyoruz. Ancak ne hastalığı ne de ölümü kendimize konduruyoruz.
***
Elbette ki üzülüyoruz. Gazetelerin ölüm ilanlarının yer aldığı sayfalara dönen sanal medyada üst üste yayınlanan vefat haberlerini gördükçe içimizde bir şeylerin yıkıldığını hissediyoruz. Peki hepimiz böyle miyiz? Yani aynı duyguları insan olarak can-ı gönülden bu derece paylaşıyor muyuz? Sanmıyorum.
Çünkü televizyon haberlerinde izliyor, gazetelerde okuyoruz; hala bazı sorumsuzlar zevk için yasakları çiğniyor, keyif için partiler veriyor, kumar oynatıyor, alkol alıp sağa sola saldırıyor, masum insanları taciz ediyor. Başkalarının yaşam hakkı, kendini bilmez kişiler tarafından önemsenmiyor.
Böyle insanlara maddi cezalar verilip, yasakları çiğneyenler yanlış davranışlarından caydırılmaya çalışılsa da yine de yüreğimiz buruluyor. “Neden?” diye soruyoruz kendimize.
Aslında nedeni çok basit; dünyaya gelmiş ama insan olamamış, insani değerlere kavuşamamış, kendi canına değer vermediği gibi, başkalarınınkini de hiçe sayan bir ruhla dolaşanlar var.
***
Ama herkes öyle mi? Kendini başkalarına adayanlar, başkalarının canını, sağlığını korumak için çabalayanlar, kendi hayatından önce başkalarınınkini düşünenler de var. Sağlık çalışanlarımız; her geçen gün doktor, hemşire, personel ayrımı olmaksızın, başka insanların hayatını kurtarmaya çalışırken, virüse yakalanıp, aramızdan ayrılıyorlar.
Emniyet görevlilerimiz, zabıtalarımız, gönüllü insanlarımız, yöneticilerimiz aynı düşüncelerle yaşamdan kopmamamız için çaba harcıyorlar.
Ve tüm bunları görerek, “ölüm başkaları için” diye düşünüp, sorumsuzluk yapmak, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek, komşumuzdaki yangını görmezden gelmek doğru mu?
Ama ne yazık ki, bir maske takmaktan bile kaçınan, polisin, zabıtanın görmez yanından faydalanıp, sokakta sigara içen, yasak çiğneyenler var. Caydırıcı olsun diye ceza yazıldığında da, emniyet görevlisiyle tartışıp, sanki hakkı gasp edilmiş gibi davrananlar var. Aslında yasağa uymayarak, binlerce insanın yaşam hakkını gasp ettiğini düşünmeyenin kendisi olduğunu anlamak istemeyenler var.
Zaten asıl canımızı yakan da, yüreğimizi buran şey de bu. Böyle davranan kişilerin aramızda yaşıyor olması. Bizden birileri olması.
***
Çok değil daha yedi, sekiz ay öncesine kadar tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de böyle bir salgın korkusu yoktu. Çin’de başlamıştı ama çoğumuz “virüs bize kadar gelmez” düşüncesindeydik. Yaşam kavgası, geçim derdi önceliğimizdi. Mal derdindeydik, mülk derdindeydik. Daha güzel bir iş, daha çok kazanç, daha güzel ev, arabamız olsun istiyorduk.
Ama gelmez diye düşündüğümüz geldi.
Önce “korona virüsü”ydü, sonra dile kolay gelsin diye “koronavirüs” oldu. Ardından Covid-19 denmeye başladı. Şekli, şemali çizildi, özellikleri, bulaşıcılık etkisi, nasıl öldürdüğü anlatıldı. “Maske” dendi, “sosyal mesafe” dendi, “hijyen” dendi. Bu kelimeler günlük yaşamda en çok kullandığımız kelimeler oldu.
Ama içimizi kemiren, ruhumuzu titreten en önemli şey “ölüm korkusu”ydu.
Çünkü bugüne kadar yalnızca kitaplarda okuduğumuz, filmlerde izlediğimiz, bu kadar geniş kapsamlı öldürücü etkisi olan korkunç bir salgınla ilk kez yüz yüze geldik.
Fakat yine de suçu 2020’ye attık. Sanki yeni yıla girdiğimizde her şey güllük gülistanlık olacakmış da, gördüğümüz kabustan çığlık atarak uyanacakmışız gibi. Ama maalesef öyle değil. 2019’da böyle bir durum yoktu fakat ondan da pek memnun kalmamıştık. Ve unutmayalım, kapımızdan kovar gibi göndermiştik.
Ya şimdi?
Şimdi can derdindeyiz. Yani ne mevki, ne makam, ne para, ne mal, ne de mülkün, canımızdan daha önemli olmadığını çok iyi anladık. Sahip olduklarımızın hepsinin önünde “hayat” var. Hayat yoksa hiçbiri bir anlam taşımıyor. Hem bizim için, hem de başkaları için. Bunu böyle bilip, buna göre davranmalıyız.
İnşallah bu virüs belasından daha fazla can kaybına uğramadan kurtuluruz. Üretilen aşılar derdimize derman olur, eski güzel günlerimize döneriz. Ama şunu da unutmamalıyız ki, ülke ve toplum olarak daha sonraki günlerde yapacağımız en önemli ve öncelikli yatırımlar insana yönelik, hayatın devamını sağlamaya yönelik, canımızı korumaya yönelik olmalı.
Çünkü bu dünyada canımızdan daha önemli başka bir şey yok!