Ah diyoruz, of diyoruz, nedenleri es geçiyoruz!

Birçoğumuz genellikle olayların sonuçlarına bakıyor, sonuca göre değerlendirme ve yorumlarda bulunuyoruz. Oysaki bir olayın sonucu varsa, nedeni de vardır. “Nedensiz ölüm olmaz” diye bir söz vardır. Bu dünyada nedensiz yaprak kıpırdamaz.

Durum önümüzde bu kadar net olarak dururken, biz ne yapıyoruz; cinayet oluyor öleni, öldüreni ve olayın meydana geliş şeklini irdeliyor, geri kalanı es geçiyoruz.

Ormanda yangın çıkıyor, yandı bitti kül oldu masalına dönüyor. “Söndürüldü” ya da “söndürülemedi” deyip, alevler içinde kalan ağaçlara, hayvanlara acıyor, ertesi gün unutuyoruz.

Birileri kayboluyor, kaçırılıyor, taciz ediliyor, vuruluyor, yaralanıyor, dövülüyor, o anki durum neyse onu yorumluyor, biraz ah vah edip unutuyoruz.

Cinayet işleyenin, ormanı kundaklayanın, tacizcinin hangi koşullar altında büyüdüğüne, hayata nasıl hazırlandığına, kadına, çocuğa hangi gözle baktığına, yaşamdan ne beklediğine ya da beklemediğine hiç bakmıyoruz. Orasını araştırmak istemiyoruz. Gerçek nedeni ortaya çıkaracak tüm bu etkenleri görmezden, duymazdan, umursamazdan geliyoruz.

Çünkü mevzuu çok derin. Kökleri çok aşağılarda. Onu bulup, yaraya neden olan kanserli hücreyi yok etmek yerine, kabuk bağlasın, unutulsun istiyoruz.

Ancak bataklığı kurutmadan sivrisinekleri öldürmenin bir manası olmaz. Yarayı sarmak kangreni iyileştirmez, kanseri yok etmez. Yalnızca görünmesini engeller ama acıyı dindirmez.

Hep sonuçlar üzerinde dönüp dolaşıyoruz. Öyle olmuş vah vah, böyle olmuş aman aman, tek yaptığımız şey bu.

Oysaki hepimiz çok iyi biliyoruz ki, toplumu oluşturan çoğu kişinin yetiştirilme şeklinde sorun var. Eğitiminde çarpıklık var. Hayat anlayışında, insana, hayvana, doğaya, bitkiye bakış açısında bir eğiklik, yamukluk var. Önce bunun düzeltmesi lazım.

Ama bunda da işin kolayına kaçıp, “neremiz doğru ki?” diyerek, baştan kabullenme yoluna gidiyoruz. Çaresizlik sendromuna yakalanmış gibi “ne yapacağız bilmiyorum ki?” deyip, dövünüyoruz.

Bu nedenle de pikniğe gidip, yiyip içip zıkkımlandıktan sonra tüm pisliğini, çerini çöpünü ortalığa saçıp, üstüne üstlük mangalının yanan ateşini de bir ağaç dibine döküp gidenler için “öküzün biri yine yapmış yapacağını” deyip, kulağını çınlatıyoruz.

Yaya kaldırımına araç park ediyorlar kızıyoruz, kırmızı ışıkta geçiyorlar öfkeleniyoruz, çoluğu çocuğu, kadını kızı taciz ediyorlar, tepemizin tası atıyor. Yolda giden aracın önünü kesip, adam vuruyorlar “olmaz böyle şey deyip”, tepki üstüne tepki veriyoruz.

Ve biz tüm bunları yaşıyoruz. Gelecek hepimizi korkutuyor. Olan bitenden ürküyoruz. Ama sonuçta “Allah sonumuzu hayır etsin” diyor, çözümü yine yukarıya havale ediyoruz.

Oysaki bu gidişle ne Allah sonumuzu hayır eder, ne de başımıza gelen kötü olaylar biter.

Çünkü ne geçmişte ne de bugün, insana, bitkiye, doğaya karşı işlenen suçlarda, öncelikle nedenlerin, niçinlerin sorgulanmasını sağlayıp, çözüm üretecek beyinler yetiştiren bir eğitim anlayışımız olmadı, olmuyor.

Toplumu oluşturan fertler, yaşamda gerekli olan temel davranış kuralları öğretilmeden, yarış atı gibi sınavdan sınava koşturularak yetiştirilir, ya da saldım çayıra mevlam kayıra, ne halin varsa gör mantığıyla büyütülürse, gelecekte de ne ahlamamız biter, ne de acılarımız.

Çünkü başımıza gelen her şeyin bir nedeni var. Neden olmazsa, sonuç olmaz. Sonucu görüyoruz ama nedenleri es geçiyoruz. Bilmem ki neden?